PANİK BOZUKLUĞU ve AGORAFOBİ

PANİK BOZUKLUĞU ve AGORAFOBİ

PANİK BOZUKLUĞU ve AGORAFOBİTanım ve Klinik

Somatik belirtilerin de eşlik ettiği yoğun korku ya da rahatsızlık dönemlerine panik atak denmektedir. Ataklar sırasında şiddetli bir ölüm, kontrolünü kaybetme ve çıldırma korkusu vardır. Anksiyetenin psişik belirtileri denilen bu belirtilerin yanında, baş dönmesi, bayılacakmış gibi olma, boğuluyormuş hissi, nefes darlığı ya da soluğun kesilmesi, çarpıntı, göğüste sıkıntı ya da ağrı, bulantı ya da karın ağrısı, terleme, titreme uyuşma ve karıncalanma gibi fiziksel belirtilerin bir kısmı da panik atağa eşlik eder. Ölümün kalp ya da solunum yetmezliğinden olacağına inanan hastalar, çarpıntı ve göğüs ağrısı gibi anksiyetenin fiziksel belirtilerini yaklaşan ölümün delilleri olarak algılarlar. Hasta telaşlı ve şaşkın bir halde bulunduğu ortamdan kurtulmak ve yardım sağlamak için aşırı bir gayret gösterir. Panik atak sırasında, hiperventilasyonun oluşturduğu alkaloza bağlı belirtiler gelişebilir ve %20 olguda senkobal bayılmalar görülebilir. Ataklar esnasında hastalar konsantrasyon, hatırlama ve konuşma güçlüğü çekerler.

Fobik, obsessif-kompulsif, depresif bozuklukta, posttravmatik stres bozukluğunda, madde kullanımı ya da yoksunluğunda ve miyokard enfarktüsü gibi çeşitli tıbbi hastalıklarda da panik ataklar ortaya çıkabilmektedir. Bu hastalıklarda ortaya çıkan panik ataklarda korku duyulan bir nesne ile karşılaşma, aşırı kirli bir madde ile temas etme gibi panik oluşturan bir neden vardır. Bir neden olmadan ve beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan tekrarlayıcı panik atakları panik bozukluğun tipik özelliğidir. Panik bozukluğundaki ataklarda da aşırı fizik uğraşı, cinsel ilişki, ani ve aşırı ışığa maruz kalma gibi heyecan oluşturan durumlar ile olağandışı yeme, uyku, kafein, nikotin ve çeşitli madde kullanımı gibi faktörlerin panik atakları tetiklemesi mümkün olabilmekle birlikte, panik bozukluğu tanısı için en azından ilk ataklarda bu tür bir etkenin bulunmaması gerekmektedir.

Panik bozukluktaki ataklar günde birkaç ile yılda birkaç arasında değişkenlik gösteren sıklıkta olabilir. Panik atak genellikle 10 dakika içinde hızla en şiddetli düzeye ulaşır, 20-30 dakikada yavaş yavaş, bazen de aniden kendiliğinden düzelir. Atakların 1-1.5 saat kadar devam etmesi enderdir. Panik bozukluğu tanısı koyabilmek için panik atak ya da atakları izleyen, yeni atak olur endişesi, atak sonucu ölüm, çıldırma gibi korkular ya da atak gelmesin diye yaşam tarzındaki değişiklerin yapıldığı en az bir ay süren bir dönemin olması gerekmektedir.

Panik atak gelince kaçmanın ve yardım sağlamanın zor olacağı yerlerde bulunmaktan korkmaya agorafobi denir. Agorafobik hastalar panik gelince doktora ulaşamam korkusu ile sinema, tren ve uçak yolculuğu, kırlarda, kalabalık cadde ve dükkanlarda dolaşma, asansör, tünel gibi yerlerde bulunma şeklindeki etkinliklerden kaçınırlar ya da zorunlu hallerde çok sıkıntı çekerek bu durumlara katlanırlar. Ağır olgular hiç evden çıkmayabilirler.

Agorafobinin bulunduğu panik bozukluğuna ”Agorafobi ile Birlikte Panik Bozukluğu”, bulunmadığı durumlara ise ”Agorafobi Olmadan Panik Bozukluğu” adı verilmektedir. Hiç panik atak geçirilmemiş olmasına karşın agorafobi bulunması ise ”Panik Bozukluğu Olmadan Agorafobi” olarak nitelendirilir. Bazı araştırıcılar panik bozukluğunda, agorafobinin panik ataklara mutlaka eşlik ettiğini ileri sürmekle birlikte, bugün kabul edilen agorafobi olmadan da panik atakların bulunabileceğidir. Agorafobi genellikle panik atakların başladığı ilk yıl içinde ortaya çıkmaktadır.

Epidemiyoloji

Panik bozukluğu için yaşam boyu hastalanma riskinin % 1.5-3, bir yıllık prevalansın ise % 1-2 civarında olduğu düşünülmektedir. Panik bozukluk kriterlerini karşılayacak derecede olmayan panik atak prevelansı daha yüksektir (% 3-4). Panik bozukluğu olgularının en az ¾‘ünde agorafobi tabloya eşlik etmektedir. Kadınlarda hastalığa yakalanma riski erkeklere oranla 2-3 kez daha yüksektir. Son zamanlarda bir ayrılık ya da boşanma yaşamış olma panik bozukluk riskini artırmaktadır. Her yaşta görülebilirse de, hastalığın başlangıcı genellikle adölesan dönemin sonu ile genç erişkinlik döneminin başlangıcı olan 20‘li yaşlara denk gelmektedir.

Agorafobinin yaşam boyu görülme riski ile ilgili veriler % 0.6 ile % 6 arasında değişmekle birlikte, son araştırmalar panik öyküsü olmadan agorafobik bozukluğun panik bozukluğu olgularının yaklaşık yarısı düzeyinde bulunduğunu göstermektedir. .

Seyir

Genellikle adölösan dönemin sonu ile genç erişkinlikte başlayan panik bozukluğu, özellikle psikososyal faktörlerin etkisiyle tekrarlama eğilimi gösteren kronik bir hastalıktır. Erken tanı konur ve iyi tedavi edilirse, tedavi şansı artmaktadır. Hastalar % 30-40 oranında tamamen, % 50 oranında kısmen iyileşmekte, % 10-20 hasta tedaviden yararlanmamaktadır. 5-10 yıllık olgularda bile uygun tedavilerle aynı tedavi şansına ulaşabilmek mümkün olabilmektedir.

Ayırıcı Tanı

Anemi, anjina, hipertansiyon, kalp yetmezliği, myokard enfarktüsü, paradoksal atrial taşikardi, astım, pulmoner emboli, serebrovaskuler bozukluklar, menier hastalığı, migren, epilepsi, transient iskemik ataklar, diabet, hipertiroidizm, hipoglisemi, hipoparatiroidizm, feokromositoma, premenstrual sendrom, amfetamine, antikolinerjik, kokain, nikotin, teofilin gibi ilaç ve madde entoksikasyonları, alkol, antihipertansif, benzodiazepin gibi ilaçların yoksunlukları ya da anaflaksi, B12 yetersizliği, elektrolit düzensizliği, üremi gibi durumlar panik atakla karekterize bir klinik görünüm sergileyebilirler. Panik atakla başvuran hastada ilk yapılacak işlem, panik atağın gelişmesine neden olması muhtemel tıbbi hastalıkların ayırıcı tanısının yapılmasıdır. Ayrıntılı bir anamnez alınmalı ve dikkatli bir fizik muayene mutlaka gerçekleştirilmelidir. Şüpheli durumlarda kan sayımı, glisemi, karaciğer ve böbrek foksiyon testleri, EKG gibi tetkikler yaptırılmalıdır. Baş dönmesi, idrar kontrol bozukluğu, bilinç oynamaları gibi atipik belirtiler gözlendiğinde ve 45 yaşın üzerindeki olgularda organik araştırmalar derinleştirilmelidir.

Panik bozukluğu olanlarda depresyon (% 50-65), yaygın anksiyete bozukluğu (% 25), sosyal fobi (% 15-30), özgül fobi (% 10-20), obsesif-kompulsif bozukluk (% 10-20), alkol ve madde kullanımı gibi diğer ruhsal bozuklukların ve öz kıyımın bulunma riski yüksektir.

Simulasyon, yapay bozukluk, hipokondriazis, depersonalizasyon bozukluğu, sosyal ve özgül fobi, posttravmatik stres bozukluğu, depresif bozukluk ve şizofreni gibi ruhsal hastalıklarda da panik ataklar görülebilmektedir. Panik bozukluğundaki atakların nedensiz ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkması ve diğer hastalıklara özgü bulguların olmayışı panik bozukluğunu diğer ruhsal hastalıklardan ayırmaktaki en önemli noktadır.

Tedavi

Tedavide farmakolojik ve bilişsel-davranışçı yaklaşımlara başvurulur. Trisiklik antidepresanlardan klomipramin, imipramin, amitriptilin (150-300 mg./gün), MAO inhibitörleri, SSRI grubu antidepresanlardan fluoxetine (20-80 mg./gün), sertraline (50-200 mg./gün), paroxetine, fluvoxamine (100-300 mg./gün), benzodiazepinlerden alprazolam (2-8 mg./gün), clonazepam (1-10 mg./gün), lorazepam kullanılabilir. Antidepresan tedavinin etkinliğinin doğru olarak değerlendirilebilmesi için, yavaş yavaş artırılarak klinik olarak etkin olduğu düşünülen doza çıkıldıktan sonra, tedavinin en az 8-12 hafta devam etmesi gerekmektedir. Bazı klinisyenler etkinin çabuk görülmesi için tedavinin başlangıcında benzodiazepin kullanırlar, daha sonra tedaviye antidepresanlarla devam ederler. Uygun dozlarla, yeterli süre tedaviye rağmen iyileşmeyen olgularda başka gruptan bir ilaca geçilmesi ya da tedavide trisiklik+SSRI, trisiklik ya da SSRI+lityum, trisiklik ya da SSRI+karbamazepin gibi kombine tedaviler düşünülmelidir. Yarar gören olgularda tedavi en az 8-12 ay devam etmelidir. İlaçlar kesilince belirtilerin tekrarlama riski % 30-90 arasında değişkenlik göstermektedir.

Hastanın somatik belirtiler hakkındaki yanlış yorumlarının ve panik atakların süresi ve sonuçları ile ilgili yanlış fikirlerinin düzeltilmesine yönelik bilişsel, panik atak esnasında uygulanabilecek gevşeme ve nefes alma eksersizlerini öğreten, ayrıca korkulan durumlarla hastayı yüzleştirerek desensitize etmeyi amaçlayan davranışcı yaklaşımlar da en az psikofarmakoloji kadar etkilidir. İdeal olan psikofarmakoloji ile bilişsel-davranışcı tedavilerinin birlikte uygulanmasıdır.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp