Bir Yara İyileşirken

Bir Yara İyileşirken

Çocukluğumuzdan beri kim bilir kaç defa yere düşmüş, bir yerlere çarpmış ve küçük yaralar almışızdır. Fakat her defasında rahmet-i ilâhîye imdadımıza yetişmiş, yaralanan bölgeye âcilen sevk ettiği trombositlerle kanımızı pıhtılaştırmış, ardından yaraya girebilecek mikropları gönderdiği lökositlerle durdurmuş ve zaman içinde yarayı kapatmıştır. İnce, kompleks ve sayısız kimya işleminin belli doz ve süratte ardı ardına yaratıldığı bu mekânizmaların çoğundan haberimiz bile olmamıştır.

Organizmanın çevreye karşı dış duvarı olarak yaratılan derimiz; mekanik, kimyevî ve biyolojik tesirlere karşı, bizi korumakla vazifelendirilmiştir. Deri ayrıca, vücudun su dengesinin ve sıcaklığının düzenlenmesinde, dokunma, basınç, sıcaklık ve acının iletilmesinde de rol oynar.

Yara; tıbbî açıdan, doku devamlılığının bozulması, dokuların kesintiye uğraması veya tahrip olması olarak tarif edilmektedir. Yaralar, “kapalı” ve “açık” olarak sınıflandırılmaktadır. Açık yarada deri eksikliği vardır, o zamana kadar deri örtüsü altında hayatını devam ettiren dokular, dış dünya ile doğrudan temasa geçer. Yara mikroplara açık hâle geldiği için, bu durum doku ve hücrelere menfî tesir eder. Bilhassa kısa sürede kapatılmadığı takdirde geniş yaraların iyileşmesi uzun sürer. Yara, vücudun hayatî bir yerinde değilse, büyük ana damarlara zarar vermiyorsa, aşırı bir sıvı kaybına yol açmamışsa veya bütün vücuda tesir eden mikroba bağlı bir zehirlenme söz konusu değilse, genellikle biz farkında olmadan belli bir süre sonra rahmet-i ilâhiye ile şifa bulur.

Tabiî bitki örtüsünün birçok şifa vesilesi hususiyetini keşfeden Avustralyalı Aborijinler ve Maya Kızılderilileri, yaralarını iyileştirirken bitkilerin yanında sinek kurtlarını da kullanmışlardır. 16. yüzyılda Türk cerrahlarından Nidai eserinde; “El ve ayakta olan yaralara katranı birkaç kere sürseler ve incibar kökünü yaralara karşı kullansalar iyi gelir.” yazmaktadır. Zamanla, yarada kullanılan antiseptiklerin muhteviyatı zenginleştirilmiş ve bunlar daha tesirli hâle getirilmiştir.

Yaraların iyileşmesi

Yaralanmadan hemen sonra, sistemin içine yerleştirilen mekânizmaların işletilmesiyle iyileşme başlar.Herkesin pis gördüğü ve öldürmek için zehirli ilâçlar kullandığı sineklerin de şifa vesilesi olabileceğini hiç düşünmüş müydük? Son yıllarda tedaviye direnç gücü artan bakterilerin antibiyotik kullanılarak tedavisinde sıkıntılar doğması, yaraların iyileştirilmesinde eski metotlara dönme merakını kamçılamıştır. Şimdilerde karasinek lârvalarının yaraları dezenfekte ettiği ve yaraların iyileşmesinde pozitif rol aldığı konusu birçok klinikte araştırılmakta, bunlar antibiyotik ve diğer yara iyileştiricilerinin alternatifi veya tamamlayıcısı olarak kullanılmaktadır.

Lârvalar yaralardaki ölü dokularla beslenirlerken, aynı anda dezenfekte edici hususiyeti olan salgı ifraz etmektedir. Lârvaların tükürük salgısındaki Proteus mirabilis adlı bakteri yaralardaki çok çeşitli zararlı bakterileri öldürmektedir. Lârvaların salgısında bulunan amonyak ve kalsiyum karbonat da yaralanmış yerin pH'ını (asitlik ve bazitlik değeri) değiştirmekte ve antibakteriyel bir ortam meydana getirmektedir. Aynı zamanda lârvalar hareketleriyle sağlıklı dokuların çoğalması ve yeni hücrelerin gelişmesi sürecinde kullanılmaktadır.

Hastalara bir hafta boyunca iki defa sargı sarılmaktadır. Her sargıda 200-600 arası lârva (sinek kurtçuğu) bulunmaktadır. İlginç olan başka bir husus da, sinek lârvalarının sadece hasta olan yerleri tedavi etmeleri, hasta olmayan bölgelere kesinlikle dokunmamalarıdır.

Lâboratuvar şartlarında, at kanından elde edilen 40 derece sıcaklıktaki besleyici bir sıvı içine bırakılan yumurtalardan, 20 saat sonra ilk kurtçuklar çıkmaya başlar. Bunlar sadece birkaç gün kadar dayanabildikleri için de müşterilere kurye servisiyle ulaştırılır. Yüz lârva günde 10-15 gram ölü dokuyu ortadan kaldırabilmektedir. Birkaç gün sonra lârvalar koza hâline geldiğinden sargının değişmesi gerekmektedir.

Bazı insanlar, iğrendiği için bu tedavi metodunu kabul etmeseler de, özellikle şeker hastalarının iyileşmeyen yaralarında ve sigara sebebiyle damarları tıkanmış, bacakları yara olmuş kişilerde bu metotla müspet neticeler alınmaktadır.

Buna fıtrî iyileşme süreci denir. Bu dönemde sırasıyla kan pıhtılaşması, yara yerinin kızarıp şişmesi, ardından hücre çoğalmasının başlaması gibi iyileşme basamakları aksamadan gerçekleştirilir. Yara kenarlarından salgılatılan damar büzücü maddelerle pıhtılaşmanın kolay olması için, kan akımı yavaşlatılır. Yaratılıştan vücuda konmuş olan bazı kimyevî maddeler hücre bölünmesini hızlandırırken, enfeksiyonu engeller ve iyileşme sürecini hızlandırır. İyileşmenin verimli olması, yaralanan bölgeye ve yaranın büyüklüğüne göre farklılıklar gösterse de, iyileşme sürecinde gözlenen hâdiselerin sırası değişmez.

Yaralanma neticesinde oluşan doku harabiyeti, damar duvarının daralmasına vesile olarak fazla kan kaybını önler. Trombositler (pıhtılaşmayı sağlayan kan hücreleri), doku harabiyeti olan bölgeye sevk-i İlâhî ile giderek, yara yüzeyinde birikmeye başlar. Trombosit birikimi, yara bölgesinde âdeta bir tıkaç (pıhtı) oluşturur. Yaralanmanın başında, damar daralması, sonrasında damar genişlemesi meydana gelir. Neticede damarda geçirgenlik artarak, sıvı, doku içine geçer. Yarada kızarıklık, ödem, ateş, basınç ve dış kaynaklı uyaranlara bağlı ağrı görülebilir. Aslında bu ağrı bir rahmettir; eğer yaramız acımasaydı, hem etrafa çarparak mikrop kapacak, hem de çoğalan hücrelerin yara yerini kapatmasına imkân sağlanamayacaktı.Yaralanmadan birkaç saat sonra ise, dokuda yenilenme başlar ve bu yenilenme haftalarca sürer. Bu dönemde hücre çoğalması görülür.

Bediüzzaman Said Nursi (ra), hapishanenin ilâçlanmasıyla sineklerin öldürülmesinden son derece müteessir olmuş ve bunun üzerine Sinek Risalesi olarak bilinen bir eser yazmıştır. 1935 yılında Eskişehir Hapishanesi'nde talebelerin sineklere ilâç sıkmasıyla birlikte Said Nursi (ra), onları bunu yapmamaları hususunda ikaz etmiş ve ardından seher vakitlerinde yaptığı derslerde şu noktalara dikkat çekmişti: “Evet bir kitap, kıymeti nispetinde nüshaları teksir edilir. Demek sinek cinsinin de ehemmiyetli vazifesi ve büyük kıymeti var ki, Fâtır-ı Hakîm o küçücük kaderî mektupları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok teksir etmiş. (...) Bu tâifenin, elbette mühim bir vazifesi vardır. Hikmet-i beşeriyenin nazarı kâsırdır, daha o vazifeyi ihâta edememiş. (...) Sinekler dahi, insanın gözüne görünmeyen hastalıkların mikroplarını ve zehir maddelerini temizlemekle vazifelidirler. Mikropların nakilcileri değildirler. Bilâkis zararlı mikropları emmek ve yemekle onları imhâ ve zehirli maddeyi istihaleye uğratırlar, çok bulaşıcı hastalıkların önünü alırlar.”

Yarada ölü doku veya yabancı madde varsa, hücrelerin yenilenmesi gecikir. Yara bölgesinde hücreler yeniden inşa edilir ve bunlarla yaranın üstü örtülerek yara çevreden gelebilecek tesirlerden korunur. Yeni dokunun sağlamlığının vesilesi olan kollagen liflerin sentezi başlatılır. Yeni damarlanma veya damar büyümesi, yara boşluğunu dolduracak dokunun oluşmasını sağlar. Yaradaki yeni dokunun büyümesi için, oksijen ve besin sağlayan damarların sayısının Sevk-i İlâhîyle artması sebebiyle, yeni doku koyu pembe bir renk alır. Yeni oluşturulan dokunun rengi, büyüklüğü ve sertliği, damarlanma azaldıkça değişir ve zamanla eski dokuyla aynı renge dönüşür. Burada çok dikkat çeken ve ‘tesadüf‘ düşüncesine yer bırakmayan husus ise, yeni dokunun büyümesine vesile olan faktörlerin yaranın büyüklüğüne göre çalıştırılması, yaranın kapanmasıyla birlikte vazifelerine son verilmesi, dolayısıyla yaradan daha büyük bir doku artışına izin verilmemesidir.

Günümüzde, iltihaplanma sonrası safhada yara üzerinde antiseptik madde kullanmanın bir faydasının olmadığı anlaşıldığından, yara iyileşmesini çabuklaştıran yeni metotlar araştırılmaktadır. Elektrik akımı, ozon (O3) tedavisi, proteinli maddelerle yara pansumanı, vakum kullanarak yara tedavisi, proteinli yara örtücüleri, lâzer ve ultrason gibi yarayı çabuk iyileştirme çalışmaları hâlen uygulanmaktadır. Her derdin dermanını yaratan Şâfî-i Hakiki‘nin; bu şifa vesilelerinin bulunup kullanılır hâle getirilmesini ancak akıl-idrak ve iradelerini bu yolda kullanan insanlara nasip ettiğini unutmamak gerekir. İnsanların bunları arayıp bulması, bir ibadet ve tefekkür vesilesi sayılmıştır.

Netice itibariyle, Allah yarattığı varlıklar üzerinde sanatını tecelli ettirerek insanlara kendi varlığının delillerini tanıtır. Bu sanat her yerde (ister insan beyninin girift yapısında, isterse bir sinekte), kendini gösterir. Bakara Sûresi‘nde “Allah gerçeği açıklamak için bir sivrisineği, hatta onun ötesinde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İman edenler onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise, ‘Allah böyle misal vermekle ne kastediyor.‘ derler. Allah bu misal ile birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir; ancak bununla fâsıklardan başkasını şaşırtmaz.” (Bakara/26) âyetinde, tek başına bir sineğin bile, Allah‘ın vermekten çekinmeyeceği kadar büyük bir örnek olduğu belirtilir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp