Akupunktur - Bir Psişik Fenomen mi?

Akupunktur - Bir Psişik Fenomen mi?

Bilimlerimizin henüz keşfedemediği yeni bir biyolojik enerjinin varlığı, daha önceden defalarca ortaya atılmıştır.Doğu ve Uzak Doğu kültür çevrelerinde bir yaşam ya da can enerjisine inanılır ve bu enerji doğa bilimleri tarafından henüz kanıtlanamamıştır, fakat bu onun olmadığı anlamına da gelmez. 1896 yılına kadar radyasyon ışınları da bilim tarafından keşfedilememiş-ti, fakat o, dünya meydana geldiğinden beri yani dünya canlılarından da önce vardı."! Kadın hekimler, Chi denilen ve beden içinde bulunan bir akışkan cana ya da yaşam enerjisine inanırlardı. Bunun akışı bedendeki canı yani bedenin canlılığını korumak tay dı ve iki biçimde tezahür etmekteydi: Yin ve Yang.Bu her şeyi motive eden gücün akışının bozulması, tüm hastalıkların ve tüm acıların kaynağı olarak görülmekteydi. Bundan beş bin yıl önce, Çin bilgeleri, bu kozmolojik, felsefi sistemi temel alarak bir şifa yöntemi geliştirmişti. Bu Akupunkturdur ve son zamanlarda olağanın ötesinde bir güncellik kazanmıştır.Çin geleneğinin belirttiğine göre, yaşam enerjisi, uzunlamasına, on iki ya da daha çok, ana çizgi boyunca uzanmaktadır ve bunlara meridyenler denilmektedir. Bunlar, beden boyunca uzanan sinir bağları ile örtüşmemektedir. Bu meridyenlerin üstünde büyük miktarda noktalar vardır, bunların üstüne özel iğnelerin batırılması, basılması ya da "moksibasyonda" bulunulması sonucu yaşam enerjisi ya da can enerjisi akımına etkide bulunulur ve böylece dengesizlik söz konusu olduğu durumlarda enerji akımının dengeli bir akışa kavuşması için müdahalede bulunulmuş olunur ve bu sayede hastalık yok edilir. "Moksibasyon" da, belli bazı kurutulmuş bitkiler, belirli akupunktur. noktalarına batırılmış olan iğneleriri çevresine yerleştirilir ve yakılır, bu esnada iğne kızarır, fakat cilt üzerinde hiçbir şekilde yanma söz konusu değildir.İnce iğnelerin, bedenin belli noktalarına batırılması sonucu, hastalanmış organlara etkide bulunulur, fakat bunlar genelde bedenin başka kısımlarında bulunmaktadır. Çinli akupunktur uygulayıcıları, akupunktur noktalarından aşağı yukarı sekiz yüz tanesini bilmektedirler. Akupunkturun en çok hayret uyandırıcı yanı, genelde saatler süren acısız bir tedavi yöntemi olmasıdır. Bununla birlikte iğneler hastalığı bölgeden oldukça uzak cilt noktalarına batırılır ve bunlar genelde dört ya da iki, hatta bazen sadece bir tane iğneden ibarettirler. Bu yöntemle en zor ameliyatlar bile gerçekleştirilebilmektedir. Hastaların bilinçleri ameliyat sırasında açıktır.Ve bununla birlikte ameliyat tamamlandıktan hemen sonra hastalar kendi kendilerine ameliyat odasını yürüyerek terk edebilmektedir. "Kaldırabileceğimden fazla akupunktur tedavisi gördüm.Demek istediğim mantık açısından kaldıramayacağım kadar çok. Çünkü bu uygulamaları gözlemlerken bilimsel akıl sürekli olarak şöyle demektedir: 'Tanrım, bu doğru olamaz!'. Ve yine de oradasınızdır ve her şeyi kendi gözlerinizle görmektesinizdir. Akupunkturun nasıl işlediğini halen daha çözmüş değilim, fakat kabul etmeliyim ki, burada bir gerçek var." Bunlar, dünyaca tanınan Amerikalı kalp uzmanı, Prof. Dr. E. Gray Dimond'ın 1971 yılının Ekim ayında bulunduğu Çin gezisi dönüşünde açıkladıklarıydı. Bir başka kalp uzmanı Dr. Victor Sidel, başkan Eisenhower'in özel doktoru Paul Dudley White ve kulak dalının aşkın uzmanı Dr. Samuel Rosen ile birlikte Di-, mond, Çin Doktorlar Derneği tarafından misafir edilmişti. Diğer konuların yanında onu asıl ilgilendiren akupunktur narkozunun uygulandığı ameliyatlardı. Bu türde on müdahalede izleyici olarak bulundu. Vakalardan birinde hasta, tüberküloz rahatsızlığına yakalanmış bir cerrahtı. Dimond'un gözleri önünde, 3,75 santimetre uzunluğunda bir iğne hastanın sol koluna batırılarak yerleştirildi. Başka hiçbir uyuşturucu madde verilmedi. Bu arada o, tüm açık bilinciyle ve acısız olarak ameliyat masasında uzanmışken cerrahlaronun sol akciğer kanadının üst kısmını açtılar. Dr. Dimond bununla ilgili şunları anlatmaktadır: "Hastanın göğüs kafesi geniş bir şekilde açıktı. Kalbinin nasıl attığını görebiliyordum ve tüm bu zaman boyunca bu adam neşeli ve anlamlı bir şekilde bizlerle sohbet etmekteydi. Müdahale aşağı yukarı yarılandığında, adam acıktığını belirtti, bunun

üzerine doktorlar ara verdiler ve yemesi için ona birkutu kornposto verdiler."Hastaya daha önceden, başka, geleneksel bir uyuşturucu madde verilmiş olamaz mı? New York'taki Albert Einstein Tıp Koleji profesörü Dr. Sidel, b!r söyleşide bu soruya şöyle cevap verir:"Bu hastaların sadece akupunktur ile tedavi edildiğine dair güvence olarak adımı ortaya koyuyorum ... Benim kararım kesin; acının bu yöntem (akupunktur) ile devre dışı bırakıldığına dair hiçbir şüphe duymuyorum. İnsanların (ameliyat edilenlerin) bilinçleri tamamen açıktı. .."Viyanalı cerrah Dr. Johannes Bischko akupunktur üzerine yirmi yıldır pratik çalışmalar yapmaktadır. 1972 yılının sonuna doğru, akupunktur anestezi si altında gerçekleştirilen bazı ameliyatları gözlemlemek için Çin'e çağırılmıştı. İzlediği bu ameliyatların filme alınmış görüntülerini yanında getirdi. Bunlar ZDF tarafından gösterildi. Çekimler, sezeryan ameliyatı, bir adenomun (bez tümörünün) alınışı, acısız diş çekimi, sağ ciğer lopunun ve bir de büyük bir yumurtalık kistinin alınışı üzerineydi. Hastaların hepsinin bilinçleri açıktı, hatta bazıları ameliyat esnasında yemek bile yemekteydiler. Batırılmış olan iğneler, elle titreşim halinde tutulmakta ya da elektrik ile uyanlmaktaydı. Akciğer ameliyatlannda yapay bir nefes alıp verme olanağı sağlamak gerekmiyordu, bunun yerine bilinci tamamen açık olan kişide sadece hedefli bir nefes terapisi uygulanmıştı. Hasta ameliyatın ardından neşe içinde ayağa kalkmakta ve Avrupa'dan gelen misafirler ile İngilizce sohbetler yapmaktaydı.Çin verilerine göre, akupunktur uygulamaları altında hem de başarıyla gerçekleştirilmemiş neredeyse tek bir hastalık bile yoktur. Tüm bunlar maoist bir propaganda olmak zorunda da değildir. Akupunktur açısından az gelişmiş Batı Avrupa'da bile akupunktur yöntemi ile müdahalede bulunulmuş yüzlerce hastalıkla ilgili kesin istatistikler içeren bilgiler vardır. Fransız Dr. J. Mauries, Marseille, 108 farklı hastalığa sırf akupunktur iğneleri ile müdahalede bulunmuş ve bunların her birinde en az iki doktor da gözlemci olarak hazır bulunmuştur. İngiliz Dr. Felix Mann, akupunktur yöntemini 1200 hastalık ve rahatsızlık üzerinde uygulamıştır. Mart 1972 yılında Viyana Üniversitesi Polikiliniği ameliyat ekibi, Prof. Dr. Eduard H. Majer'in yönetiminde otuz beş yaşındaki bir hastanın bademciğini aldı ve bunu gerçekleştirirken hastanın bilinci açıktı ve hiçbir şekilde uyuşturulmamıştı. Ameliyattan önce kendisine, aşağı yukarı onda bir milimetre çapı olan iki akupunktur iğnesi koldan batırılmıştı. Söz konusu yerler kadim Çin öğretisinin bilgilerine göre ağız bölgesine bağlanmaktaydı. Ameliyat sekiz dakika sürdü ve hasta, iki gün sonra klinikten ayrılabiIdi.Bundan iki ay sonra ise Amerika'da akupunktur anestezisi altında ilk ameliyat gerçekleştirildi. Bu yöntemi Albert Einstein Tıp Koleji doktorları, altmış beş yaşındaki bir hastanın üzerinde gerçekleştirilen bir deri aktarımında uyguladı. Aktarım, sağ uyluğundan sol ayak üzerine gerçekleştirildi ve hiçbir sorun yaşanmadı.Akupunktur uygulamaları aslında bizde de çoktandır nadir olmayan uygulamalar olmasına rağmen, bizlerin tıp dünya görüşü içinde hakettiği yeri henüz bulamamıştır. Bunun böyle olu-şunun üç nedeni vardır:

1. Akademik tıp, defalarca ortaya koyulduğu gibi, temelde "yeniliklere" karşı şüphecidir, hele bunlar geleneksel tıbbın araş-tırma ve bilgilerinin dışından geliyorlarsa. Ayrıca kadim Çin bilgelerinden aktanldığı söylenen bir uygulamaya karşı da özellikle şüphe duymaktaydılar, çünkü bunda "garip işler dönmekteymiş".

2. Bizlerin akademik tıbbı için, akupunkturun temel bilgileri bile şarlatanlık olarak görülmektedir, çünkü bilimselolarak açıklanarnamaktadır, bunun anlamı, bizim tıbbımızın akupunk-. tur etkilerini tanımadığıdır.

3. Akupunktur uygulamalarının hepsi başarıyla sonuçlanmamaktadır ve bu başarısızlıkların nedenini açıklamak, başarılı olanları açıklamak kadar zordur. Tüm bunlara karşı, bizim akademik tıbbımızın temel bilgilerinin de şartlara bağlı olarak doğru ya da yanlış olarak kendilerini kanıtladıklarını ve bunun yanında muayenehanelerdeki terapi müdahalelerinde söz konusu olan, açıklanabilinen ve açıklanamayan başarısızlıkları da öne sürebiliriz. Gerçekten bunlar diğerlerinden hiç mi hiç farklı değildir ve önemli meseleler de değildirler, dolayısıyla tüm bu gerçekler bize şunu anlatır: Akupunktur uygulayıcıları bir güç ile "ameliyat etmekte" ve bunu açıklayamamaktadırlar. Çalıştığını bilmekte, fakat nasıl çalış-tığını bilememektedirler! Akupunkturun işleyişi başlarda hipnoz ile açıklanmaya çalışıldı. Main Üniversitesi profesörü Rudolf Frey akupunktur anestezisini hipnoz narkozunun bir varyantı olarak görmektedir.Kendi edindiği bilgilere göre hastaların % 20'sinin akupunktur anestezisine cevap vermedikleri gerçeği onu haklı göstermekteymiş. Ancak her şey bir tarafa, göründüğü kadarıyla hayvanlar da akupunktur tedavisine cevap 'vermektedir ve burada telkin ve hipnoz teorisi oldukça olasılık dışı görünmektedir. Dr. Motoyama ve Dr. Bischko gibi deneyimli akupunktur uygulayıcıları, akupunkturun hipnoz ile hiçbir alakası olmadığı görüşünü paylaşmaktadır. Bu tedavi yöntemlerinin karşı koyulmaz doğruluğunu açıklamak için yapılan başka denemeler ise, Batı tıbbının özel terapi yöntemlerinden gelmektedir. Bundan önceki yüz yılda bile İngiliz Henry Head, iç organ rahatsızlıkları ile aşırı hassaslık gösteren belli bazı cilt noktaları arasında bir bağın söz konusu oldu-ğuna işaret etmiştir. Kalp, mide, böbrekler ve diğer organlar bilindiği üzere omurilik tarafından sinirsel açıdan desteklenmektedir. Aynı şekilde cilt de omurilik tarafından sinirsel destek görür. Bedenin belli kısımları omuriliğin belli bölgeleri altında sı-nıflandırılır ve bunlara bölgeler (segmentler) denir. Belli bir omurilik bölgesi belli bir iç organ ile bağlı olduğu gibi cildin belli bir bölgesinin yüzeyi ile de hassas bir şekilde bağlıdır. Böylece belli iç organlar ile belli cilt noktaları arasında, omurilik üzerinden sinirsel bir bağ da kurulmuş olrnaktadır.Bir organ hastalandığında bu gerçek, söz konusu omurilik bölgesini etkilemektedir ve belli bir cilt noktasında ya da kısıtlı bir cilt bölgesinde bu acı hissedilmektedir. Burasının sinir bağları, karşılığı olan iç organınkiyle aynı bölge üzerinde yol almaktadır. Bu ilişki sadece teşhis için ilginç değildir, ters yönde ele alındığında terapi için de aynı ölçüde önemlidir. Bununla birlikte geri dönüşlü olarak belli cilt bölgelerinden (dermatomlar) iç organlara etki etmek de mümkündür. Deri üzerinden omuriliğin ortak bölgesine birbirinden farklı ve çeşitli uyaranlar aracılığıyla müdahalede bulunulmaktadır ve böylece hastalanmış organa etki edilmektedir. Bu yönteme, günümüzde bölgesel terapi denmektedir. Batının bazı bilim adamları, bölgesel terapiyi akupunktur iğnelerinin işleyişine dair bir açıklama olarak görmektedirler. Bu bazı durumlarda yerinde olabilir, fakat akupunkturun işleyiş olasılıklarının tüm skalası, sanırım bölgesel terapi bağlamında açıklanamaz. Örneğin, ağrıyan bir diş kökü ile ayak parmakları arasında sinirsel bir bağın varlığı, düşük bir olasılıktır. Dr. Motoyama, akupunktur ve dermatomların tüm arzu ve iyi niyetlere rağmen örtüşmediklerini kanıtlamıştır.l''! Bir örnek verelim:Sansho ke meridyeninin akupunktur noktalarından biri, işaret parmağı ucundadır. Parmak ucu ve kol üzerinde bulunan belkemiği sinirleri ve sempatik sinirler, omuriliğin C4 - T7 bölgelerindendir. Parmak ucu akupunktur noktasıyla örtüşen akupunktur bölgeleri sanshoboketsu ve sanshoyuketsudur. Bunlar Batı nörolojisinin bakış açısına göre T11 ya da duruma göre L1 bölgelerindedir. Bundan çıkan sonuç şudur, sansho ke, sanshoyuketsu ve sanshoboketsu, Batı tıbbının sinir sistemleriyle alakalı değildir.Yan dokunum hücreleri bölgesinde bel kemiği sinirlerinin damar sinirleri merkezleri arasında olduğu gibi omurilikte bazı dikey bağlantılar da söz konusudur. Bu sayede farklı yan bağların katları birbirine bağlanmıştır. Bunu "ev telefonu" olarak ifadelendirmişlerdir.SO Fakat yukarıda belirtilen akupunktur etkilerini bununla açıklamaya kalkışmak az çok bir zorlama ve olası-lık dışı bir zannetmedir. Bu örneğin ardından Dr. Motoyama, Dr. Nagahama tarafından gerçekleştirilen deneyleri tanık olarak çağırmaktadır.Japonya Chiba Üniversitesi profesörünün bir hastası vardı. Bu ki-şiye daha önceden bir şimşek çarpmasına rağmen hayatta kalmış fakat geriye aşırı derecede hassas bir cilt duyusu kalmıştı. Yoksa bu, onun için bir kazanç mıydı? Çünkü bu hasta, batırılmış olan akupunktur iğnesinin "ekosunu" takip edebilmekteydi, yani iğ-ne, meridyenin (Cenkensu) başlangıç noktasına batırıldıktan sonra, uyaranın akışını hissetmekte ve böylece yolu tamıtamına tarif edebilmekteydi. Uyaran kanalıyla yerleri belirlenmiş olan yollar, kadim zamanlardan bu yana Çin hekimlerinin belirttikleri akupunktur yollarıyla örtüşmekteydi ve bunlar, Batı tıbbının sinir yolları üzerinde bulunmamaktaydı. Dr. Nagahama uyaran akışının meridyenlerdeki hızını belirlemek için deneyler gerçekleştirdi ve bunların akış hızının bel kemiği sinirleri ve otonom sinir sistemi içindeki bir uyaranın hı-zından çok daha yavaş olduğunu keşfetti. Saniyede 15 ve 48 cm arasındaydı, buna karşın bel kemiği sinirlerininki ya da otonom sinir sistemininki metrelerle ölçülmekteydi. Nagahama başka ilginç deneyler de gerçekleştirdi. Bunlardan biri de farklı meridyenler arasındaki bağlardı, fakat burada bunu ve diğerlerini daha yakından inceleyemeyeceğiz ancak yine de şunu belirtebiliriz ki bunlar da bugünlere değin aktarılmış olan Çin görüşlerini desteklemektedir.Bununla birlikte noktaların ve meridyenlerin anatomik ve fizyolojik temel yapıları bugüne kadar hala daha açıklanabilmiş değildir. Bunlar ile Batı tıbbının kan, lenf ya da sinir yolları arasında bir ilişkisi kurularnamaktadır. Yoksa burada bilimlerimizin henüz tanımadığı bir ilke mi işlemektedir? Batı tıbbı insanı organlardan, dokulardan ve hücrelerden bir araya getirilmiş bir makine olarak görmektedir ve bunlar farklı molekül türlerinden yapılanmıştır. Bundan yola çıkarak da insan kimyevi ve ne de olsa kimya süreçleri daima fiziksel belirtilerle bağlantılı olduğundan, zoraki olarak da fiziksel süreçlerin bir sonucu olarak görülmektedir. Bundan dolayı biyokimya ve fizyolojik kimya uzun bir dönemdir tıp öğrencilerinin eğitiminde büyük bir roloynamaktadır ve bu rol gitgide daha da artmaktadır. "Biyokimya" Batı akademik tıbbında "biyofizik"den daha çok tanınmaktadır. Bu son zamanlarda Amerika ve Sovyetler'de daha çok önemsenmeye başlanmıştır, fakat Almanya'da hakettiği önemi ve ilgiyi yeterince bulamamıştır.Okulda kimyanın maddelere, maddesel değişimlere ve dönüşümlere ait bir bilgi olduğu öğretilmektedir. Fizik ise kuvvet ve hal değişimiyle ilgili bir bilgi alanıdır. İnsan bedeninin fiziksel kuvvet alanları, doktorlar ve biyologlar tarafından şu ana kadar oldukça az dikkate alınmıştır ve az ya da çok bedenin kimyevi ve fiziksel süreçlerinin yan etkileri olarak görülmüştür. Her ne kadar son bir yüzyıldır fizyologlar, büyük çalışmalar sonucu insan bedeninin elektriksel süreçleriyle ilgili epey bir bilgi bir araya getirdilerse de, sonuçta gerçek budur. Bundan bir asır öncesinde, beyindeki elektrik akımları, hayvan beyinleri üzerinde keşfedildi. 1929 yılında Hans Berger, daha önceden telapati konusunda belirtiğimiz gibi, beynin elektriksel akımlarının kafatası cildi üzerinden iletilebilir olduğunu

kanıtladı ve bu sayede günümüzde sık kullanılan elektro akım

kayıtlayıcısının (EEG) temel düşüncesini ortaya koydu. İnsanın

içinde elektriksel akımların aktığı gerçeği, Amerikalı cerrah Dr.

Stanton E. Maxey' in dediği gibi "çoktandır tanıdığımız, fakat etkileri açısından çok az tanıdığımız bir gerçektir.P?

1934 yılında Cleveland kliniği kurucusu George W. Crile şu

iddiayı ortaya attı: İnsanın tüm hücreleri küçük birer pil gibidir

ve bunlar kendi "elektriklerini" kendileri üretmektedir. O zamanlar buna gülünüp geçilmişti, fakat bu arada NA SA bilim

adamları onun kuramını onayladı ve de geliştirdi. Günümüze

kadar başka birçok elektra fizyolojik buluşlar keşfedilmiştir ancak biz burada bunlardan bahsetmeyeccğiz. Fakat doğanın belki

de en gizemli hediyelerinden birini akupunktur noktaları oluş-turmaktadır, bunlar cildin elektriksel sıra dışı özelliğinin cereyan ettiği yerlerdir.s- 5 Akupunktur noktalarındaki elektriksel

potansiyel ya da iletgenlik yetenekleri, bulundukları cilt bölgelerininkinden farklıdır ve bunun yanında her bir akupunktur

noktasının da kendi aralarında farklı elektriksel özellikleri vardır. Bu noktalar çok hassas optik ayırt etme yeteneği olan insanlar tarafından zayıf bir sarı renk olarak algılanmaktadır ve elektrik ve ses dalgalarını da çok iyi iletme yeteneğine sahiptirler. Buna karşın cilt yapısı komşu ciltlerle karşılaştırıldığında bir farklılık göstermemektedir; en azından şimdilik bu böyledir. Uygun dedektörler aracılığıyla akupunktur noktalarının komşu cilt bölgelerindeki farklı tepkileri sebebiyle, bunların kesin yerleri tespit edilebilmektedir. 4 , 5 Sovyet bilim adamları tobiskobu bundan yıllar önce keşfetmişlerdir. Bu küçük transistörlü bir elektronik araçtır ve akupunktur noktalarının olabildiğince hızlı bir şekilde tespit edilmesini sağlamaktadır. Uydu yavaşca cilt üzerinde gezdirilirken bir akupunktur noktasıyla temasta bulunduğunda, dedektörün küçük lambacığı yanmaktadır. Güçlü bir ışık, iyi bir sağlık durumuna işaret eder, buna karşın güçsüz bir ışık, denildiğine göre yaşanan ya da ileride karşılaşılacak olunan bir sağlık bozukluğunun belirtisidir. Cilt, başka fonksiyonları da olmakla birlikte insan bedeninin sıradışı aynı zamanda da çok yönlü bir algı organıdır. Bizler onun algı alanının genişliği hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz, çünkü bizler onu genel anlamda bir dokunma ve ısı algı duyumuz olarak görmekten öteye geçememekteyiz. Sovyet biyofizikçi Dr. Adamenka buna karşın, cildin belli bazı elektromanyetik dalga alanlarına da cevap verdiğini düşünmektedir, fakat bizler bunları günümüzde henüz cildin algı işlevleri ile ilişkilendirememekteyiz.Canlı organizmalar, karmaşık bir basamak dizilimi altında sıralandıkları bir bütünsel biyolojik gelişim sürecinden geçmektedirler. En alt basamaklarda sinir dokuları ışık, ses ve koku alı-cıları olarak tüm bedene yayılmışlardır. Bu şekilde örneğin toprak kurtçukları ışığı cildleri aracılığıyla algılamaktadır ve gözleri yoktur. Bizim cildimizin akupunktur noktaları da çeşitli dışsal etkilere duyarlılık göstermektedir. Örneğin bir fırtına yaklaştı-ğında henüz meteoroloji enstitüsü cihazları bunu kayıt etmeden önce bazı insanlarda, akupunktur potansiyeli ya da iletkenlik algıları değişime uğramaktadır. Sağlıklı bir beden, karmaşık ve hassas bir dengenin korunmasını talep eder ve bu, büyük bir olasılıkla akupunktur noktalarının elektriksel bağlantısı üzerinden sağlanabilmektedir. Bu dengedeki bozukluklar, bedendeki "yaşam gücü akımları" denilen enerji merkezlerinin akupunktur yoluyla hedefli bir şekilde uyarılması sonucunda tekrar dengelenir ve bu, enerji noktalarının potansiyellerinin yeniden ayarlanması ile sağlanır. Bir akupunktur potansiyelinin metal bir iğnenin batırılması sonucunda değişmesinin büyük bir olasılıkla birçok sebebi vardır ve bunlar, şu ana kadar bilimsel açıdan yeterince incelenmemiştir. Çünkü akupunktur şu ana kadar saf ampirik bir şifa yöntemi olarak görülmekteydi. İlginç olan, duyguların da akupunktur noktalarının elektriksel özelliklerinde değişimlere yol açmasıdır. Buna karşın Adamenko'ya göre en güçlü duygularda bile, cildin kuru olması şartıyla elektriksel iletkenliği, diğer cilt bölgelerinde değişime uğramamaktadırf Akupunktur noktalarındaki bu elektriksel durumların ya da potansiyelin değişimi hipnoz yöntemiyle de sağlanabilir ve bunun sayesinde hipnozun derinliği bile kontrol edilebilir. Adamenka ve iş arkadaşları hipnoz edilen kişileri üç grup altında sınıflandırabilmekteydiler: Telkin edilemez insanlar, bunlar normal hallerini korumaktadırlar, hipnozda kapalı gözlerle

uyuyan kişiler ve son olarak, hipnoz durumundan uyanmaksı-ın, en derin hipnotik uykuda bile gözlerini açık tutan insanlar. Sonra deneklere çeşitli telkinler verildi, örneğin belli bazı çiçek kokuları aldıklarına dair, ünlü besteciler olduklarına dair vs. Birinci grupta tüm deney süresi boyunca akupunktur iletkenliği açısından hiçbir değişim gözlemlenmedi, ikinci grupta orta yoğunlukta değişimler meydana geldi ve son grupta ise alışılmışın dışında iletkenlik değişimleri ortaya çıktı.Ototelkin ve otojen çalışmaları vasıtasıyla da akupunktur noktalarının elektriksel iletkenlik durumlarına etki de bulunulabilmektedir. Bazı insanlar sadece alıştırma ve çalışma sayesinde kendi iradeleriyle akupunktur durumlarında değişimler oluşturabilmektedirler. Örneğin, uygun cilt noktalarına bağlanan elektrotlar aracılığıyla elektrik şalterleri kombinasyonuna bağlanarak ve uygun zihinsel odaklanma sayesinde, yani iradeleri vasıtasıyla bir lambayı açabilmekte ya da tekrar söndürebilmektedirler + Fakat akupunktur noktalarının elektriksel durumları ile bağlantılı olan sadece insanın duygusal halleri değildir, öyle görünüyor ki bedenin iç organlarının tüm durumu ve işlevleri de, akupunktur noktalarının iletkenliğiyle bağlantılıdırlar. Dr. Motoyama, hastanın sol ve sağ tarafındaki söz konusu akupunktur noktaları arasında farklılıklar belli bir değere ulaştıklarında, bunların başlamış ya da başlamak üzere olan iç organ rahatsızlıklarına işaret ettiklerini yıllar önce tespit etmiştir. Burada ne çeşit yeni teşhis olanaklarının bizlere doğru yaklaşmakta oldu-ğunu açıkça görebilmek te ve hastalıkların, yaşam enerjisi akı-şındaki bir dengesizlikten kaynaklandığına dair kadim Çin hekimlerinin tasavvurunun ne kadar yerinde olduğunu ve bunun, günümüz bilimlerinin elektriksel durumlar konusunda keşfettikleri ile ne kadar örtüştüğünü sanırım çok daha iyi anlayabilmekteyi Bu ilişkiler elbette sadece teşhis açısından değil, daha çok akupunktur terapisi için önemlidir. Öyle görünüyor ki, akupunktur noktalarındaki elektriksel durumların değişimleri, beden ve iç organ işlevlerinde, akupunktur uygulayıcılarının teknikleri aracılığıyla oluşturuldukları gibi etkiler oluşturmaktadır. İç organların işlevlerine etkide bulunan akupunktur durumları, metal iğneler. "moksibasyon" vs. gibi dış fiziksel etkiler tarafından olduğu kadar, duygular ve genel ruhsal etkenler tarafından da etki edilebilirdir. Bundan çıkan sonuç ise, hastanın ruhsal yaklaşımının, akupunkturun etkisiyle etkin olduğu gerçeği olmalıdır, tersi değil. Belki de bazı tedavilerde hastanın istenmeyen aşırı duygusal bir yaklaşımı sebebiyle akupunktur potansiyelinin dengelenmesi engelleniyor olabilir. Fakat eğer bundan akupunktur başarılarının bir plasebo etkisi olduğuna varılıyorsa, bu gerçekten de yüzeysel bir çıkarım olacaktır; çünkü akupunktur bölgelerinin elektriksel ölçüm değerleri bilimselolarak tespit edilebilir ve kanıtlanabilir gerçeklerdir ve batıl inançlar ile hiçbir alakaları yoktur. Her hastanın akupunktur anestezisine cevap vermediği gerçeğinden yola çıkarak bunun sadece telkinden ibaret olduğu sonucuna varılamaz. Bunun yanında akupunktur iğnelerinin uygulanması sonucu edinilen etkilerin aynısının telkin ile de alınabileceğinden yola çıkarak akupunktur etkisinin bir plasebo etkisi olmadığı söylenseydi, bu da bir düşünce hatası olurdu. Akademik tıbbın güçlü ilaçlarından alınan etkiler de bazı durumlarda ve bazı uygun kişilerde sadece güçlü bir telkin vasıtasıyla tetiklenmiş olabilir ve bu, ilacın bundan dolayı bir plasebo olarak görülebilece-ği anlamına gelmez. Rus biyofizikçi Adamenko, duyguların akupunktur noktalarının elektriksel durumunu etkilediğini ve bunların da bedeni etkilediğini açıkladığında insanın aklına şu soru gelmektedir, acaba burada psişe ve fizik beden bölgeleri ya da alanları arasında önemli bir aracı istasyon bulunuyor olabilir mi? Bunalımlı bir ruh halinin beden işlevlerine ve sağlığa karşı istenmeyen olumsuz etkilerde bulunduğunu biliyoruz, fakat bu bağlantının ara etkenlerini tüm incelikleriyle bilemiyoruz. Belki de akupunktur noktaları, elektriksel durumları ve güç alanları ile, bedensel ve ruhsal süreçler arasındaki bu ilişkinin daha iyi anlaşılması için genelolarak büyük bir öneme sahiptirler ve büyük bir olasılıkla da psişik işlevlerle bağlantılıdırlar. Her bir kimyevi süreç, beden içindeki tüm kimyevi süreçler de

dahil, elektriksel süreçler ile bağlantılıdır ya da en azından elektriksel olanlarla arasında bir bağ söz konusudur. Her bir sinirin etrafında ve hatta kas liflerinin en düşük hareketlerinde dahi elektriksel bir alan oluşmaktadır. Elektrik alanındaki her bir değişimi, manyetik bir alanın ortaya çıkışı izler ve bunun tersi olarak da her bir manyetik alandaki değişim, bir elektrik alanının ortaya çıkışı-na yol açmaktadır. Bunlar gibi birbirlerine bağlı olan ve içeçe dönüştürülebi1ir olan alanlara, elektromanyetik alanlar denir. Bundan çıkan sonuç şudur ki, insan bedeni sayısız küçük ve daha küçük elektromanyetik alanlarla kaplı ve çevrilidir ve bunlarda hep birlikte büyük bir elektromanyetik biyo-alan oluşturmaktadırlar Bunun yapısı, kan, doku, kaslar ve sinirlerde alanlar üreten fizyolojik ve kimyevi süreçlerin türü ve niteliği tarafından belirlenmektedir, Bu bivo-alan' daki belirleyici noktaların akupunktur noktaları olması gerektiğini düşünüyorum. Prof. H. S. Burr, Yale Üniversitesi Tıp Okulu'nda uzun yıllar çalışmıştır ve yüzün üzerinde bilimsel yayının yayımcısıdır ve şimdilerde savunduğu tez, tüm evrenin, maddenin durumunu belirleyen elektromanyetik alanlar tarafından düzenlenmekte ve bir arada tutulmakta olduğudur.R Doğanın bir parçası olarak insan da bu alanlar tarafından. etkilenmekte ve hatta kontrol edilmektedir. Her bir insanın, hayvanın, bitkinin, her bir yumurtanın, bedendeki her hücrenin, molekülün ve her bir atomun da bir enerji alanı ya da bir enerji bedeni vardır. Enerji beden, Burr'a göre kristalin, hücrenin. hayvanın, insanın yaratılışından varlığının sonuna kadar nasıl görüneceği ni belirlemekledir. Burr'un çalışmalarının önemli bir başka açısı ise, enerji bedenin ya da biyo-alanın, ölçümler esnasında var olan hastalıklarla ilgili bilgiler sağlayabildiği gibi daha sonra ortaya çıkacak olan hastalıklara dair de bilgiler verebilmesidir. Burr, bir yumurtaIı-ğın elektromanyetik biyo-alanının ölçümü sayesinde bir tümör oluşumuna ve bunun kötü huylu oluşuna dair bilgiler sağlanabileceğini kanıtlamıştır.Rus bilim adamları da, kanser hastalıklarına dair, klinik teşhis öncesinde, söz konusu dokuda derinlere varan elektromanyetik biyoalan değişimleri tespit ettiklerini iddia etmektedirler. Büyük bir olasılıkla bu temelden yola çıkılarak bir gün yavaş ve gizli bir şekilde kendini hazırlayan hastalıklarla ilgili tamamen yeni erken teşhis olanakları oluşturmak mümkün olabilecektir.Şimdi insan bedeninin biyo-alanı ya da enerji bedeni, insan bedeninin süreçlerinin sadece ikincil yan etkileri değil de sebebinin kaynağı ise ve belirleyici bir ölçüde fiziki bedene etkide bulunabiliyorsa ayrıca akupunktur noktaları bu sistem içindeki önemli yerleri teşkil ediyorsa, bu durumda akupunktur tedavisinin etkinliği ve gerçekliği zihinde bir sorun oluşturmayacaktır. Bedenin biyo-alanındaki bozukluklara başka nedenleri de olmakla birlikte eski, genelde unutulmuş yara izleri ya da normal doku yapısı üzerindeki çeşitli değişimler sebebiyet vermektedir. Ayrıca bu türdeki bozukluklar da organik ve fizyolojik işlevleri olumsuz yönde etkilemektedir. Nöroterapistler bunun altında yatan sebebi (büyük bir olasılıkla doku yapısının iyileşmiş yara izinin kalıcılığında saklıdır) aramakta ve yok etmek istemekteler. Bunu da rahatsız edici bölgeye impletol ya da başka nöroterapi ilaçları zerk ederek yapmaktadırlar. Dolayısıyla da göründüğü kadarıyla izin, karakteri değişmektedir, böylece şırıngalanmış olan bölgenin biyo-alanı dengelenmektedir. Nöroterapist Dr. Peter Dosch tarafından anlatılan ve bozuk alanların önemini gösteren sayısız örneklerden birini size aşağıda sunuyorum. "Otuz bir yaşındaki veteriner Dr. H. S.'nin iki yıldır her iki ayağı felç olmuştur ve mesleğini sürdürememektedir. Bir hastane ve iki ünlü üniversite kliniği sayısız ilaç ve yöntemlerle onunla ilgilendiler. fakat sonunda onu iyileşmesi olanaksız olarak görüp yolladılar. Geçmişinden çıkan sonuç şuydu: Birçok bademcik iltihaplanmaları, yirmi topçu mermisi parçaları tarafından oluşmuş yara izleri ve ilk felç belirtilerinin parmak ucuna batan bulaşıcı bir ponksiyon iğnesi ardından sekiz gün sonra başladığıdır. Felçin sebebinin bu olağan yaralanma olamayacağını, bır profesörün en üst derecedeki raporu belirledi. Bunun üzerine bu hastalığın bir iş kazası olarak görülmesi reddedilmişti."

Şimdi nöroterapi uygulamasına gelelim: "Kronik iltihaplı bademciklere yapılan test cevap vermedi. Fakat dıştan bakıldığında hiçbir hasta yanı görünmeyen bu söz konusu parmak ucuna verilen az miktarda procain damlası, felç belirtilerini birkaç dakika içinde bir daha geriye dönmernek üzere tamamen yok etmekteydi. Hasta enjeksiyon masasından söz etmemiş olsaydı, büyük bir olasılıkla hayatının sonuna kadar tekerlekli sandalyeye bağlı kalmak zorunda kalacaktı. Şimdi ise veteriner on dört senedir, rahatsızlık tekrar etmeksizin, mesleği üzerinde çalışmaktadır. Tabii ki o artık procaini hayvanlarda da kullanmaktadır. Orada da hiçbir sorunla karşılaşmaksızın Huneke fenomeni neticelerine ulaşmaktaydı ve böylece karşıtlarımız tarafından sık kullanılan bir itirazı çürütmüştü, bizler sadece telkin yoluyla şifa sağlamaktaymışız, yani bir tür hipnoz uygulamaktaymışız." Demek ki Huneke fenomenindeki şifa süreci bir psikogene değildir! Akupunkturda olduğu kadar nöroterapide de gözlere çarpan önemli bir gerçek şudur, önemsiz görülen etkiler sonucunda en güçlü sonuçlar alınabilmektedir, bunu birçok vakada görebilmekteyiz. Örneğin ayak parmakları bölgesine batırılan akupunktur iğneleri, acısız bir diş çekimi sağlamaktadır ya da, duyduğumuza göre, koltuk altında bulunan çoktan unutulmuş eski bir yara izine impletol şırıngalanması sonucu, birkaç saniye içinde yıllardır süren böbrek ağrıları bir daha tekrarlanmamak üzere yok edilmektedir. Etkinin küçüklüğü ve sonucun büyüklü-ğü arasındaki oransızlık akademik doktorlara daha baştan şüpheli görünecektir. Genelolarak güçlü bir terapinin, aynı zamanda kuvvetli ve karmaşık etkilere dayanması gerektiği kanısındadırlar; bir ilaç, etkili olabilmesi için yoğun konsantrasyonlarda verilmelidir. Bir zamanlar homeopatiye ne kadar gülünmüştü, çünkü bu düşüncenin yandaşları genelde oldukça düşük ve ayrıca aşırı derecede inceltilmiş ilaçlar kullanmaktadırlar. Allopati doktorları plasebo etkisini tüm bu durumlarda mümkün görmekteydiler. Fakat akupunktur ile bağlantılı olarak belki de tam da bu açıdan belli bir benzerlik söz konusudur. Normalde hiç kimse bir iğne batırılışından fizyolojik etkiler beklemez fakat akupunktur yine de işlemektedir, elbette doğru uygulandığında, yani bu doğru ve zayıf bir uyaranın doğru yerden doğru dozda verilmesi anlamına gelir. Homeopati ile de durum bunun aynıdır. O da, doğru seçildiği takdirde en zayıf uyaran ile birlikte en güçlü etkileri sağlayabilmektedir.Homeopati uzmanları, çocukların oyun oynarken ev eczanesinden bir yığın homeopati ilaçları içtiklerini ya da yediklerini ve bu ilaçların içinde bulunan alkolden sarhoş olmak dışında hiçbir zarar görmediklerini delilolarak öne sürmektedirler. Dolayısıyla bu tür ilaçlardan hastalık durumlarında önemli hiçbir etki beklenmemeli. Çocukların kendilerine sayısızca kez iğne batırdıkları ve bunun sonucunda enfeksiyon söz konusu olmadığı sürece kayda değer hiçbir etkinin meydana gelmediği de aynı ölçüde delil olarak verilebilirdi, yani buna göre akupunkturda görülen iğne batırmalarından da bir şifa beklenmemelidir. Bu arada, bazı türde elektromanyetik ışınlara aşırı hassas biyolojik sistemleri hatırlatmakta yarar var. Yoğunluğu o kadar düşük elektromanyetik ışınlar vardır ki, bunlar "molekül topluluğu insan" için de fiziksel açıdan ölçülebilen hiçbir etki oluşturamamalarına rağmen, duyarlık yeteneği ya da biyolojik organizma tarafından algılanmaktadır.Burada, modern bilgi teoreminin sonuçları ile karşılaştırmada bulunma eğilimi söz konusudur. Önemli olan aktarılmış olan enerjinin miktarı değil, bilginin miktarıdır. Bilgi teorisinin biyoloji konusunda ele alınması, eııerjetik dönüşümlü etkiye (ya da aktarırna) ek olarak eııformatif dönüşümlü etki ve aktarırnın da önemli bir rolü belki de baş rolü oynadı-ğını bize göstermektedir. Biyolojik etkiler, sadece belli biyolojik sistemlere şırıngalanan enerji miktarına değil, ayrıca biyolojik sistemlere verilen bilgilerin miktarına da bağlıdır. Bilgi taşıyıcı sinyaller, sonuçta sistem içinde bulunan enerjilerin uygun bir şekilde dağıtımını sağlamakta ve sistem içinde meydana gelen süreçleri dengelemektedirler. Sistemin duyarlılığı yeterince güçlü olduğunda, bilgi aktarımı için az enerjiye ihtiyaç vardır. Bu düşünsel şema içinde ifade edildiğinde tipik bir allopati

uygulamasında somut kimyevi etkiler içeren maddeler böylece güçlü bir miktar enerji olarak aktarılmaktadır. Homeopati ve büyük bir olasılıkla akupunkturda ise göreceli olarak az ve doğrudan enerji içerikli "bilgiler" aktarılmaktadır. Asıl iyileşme süreci için biyolojik sistemin kendinden enerjiler çağırması lazımdır. Biyolojik sistemin içinde barınan enerjiler, sonuçta aktarılan "bilgiler" vasıtasıyla önce olduğundan daha farklı bir şekilde sevk ve idare edilecektir. Önümüzdeki yıllarda ya da birkaç on yıl sonra, biyo-enformasyon araştırmaları homeopatinin yanında başka birçok uygulamaların kabul edilmesine katkıda bulunacaktır. Gördük ki, insan elektromanyetik bir alan ile içten ve dıştan çevrilidir. Bu elektromanyetik alan, çok katlı bir biyo-alanın sadece bir bölümünü oluşturmaktadır ve bu biyo-alan sadece elektromanyetik güçlerle sınırlı değildir. Elektriksel ve manyetik açıdan ölçülebilen ve büyük bir olasılıkla daha karmaşık bir enerji sisteminin sadece bir bileşenidir. Bunun asıl bileşeni bir başka bilinmeyen değeri oluşturmaktadır, ki bizler bununla ilgili henüz çok az şey bilmekteyiz ve bunun sebebi, bedenin bilinen fiziksel ve kimyasal süreçleri ile şu ana kadar açıklanamayan, psişik fenomenlerdir. Bundan dolayı genelde görmezlikten gelinmiş ya da göz boyama olarak görülmüştür. Paranormal şifacı-lar ile bağlantılı olan tüm süreçler bunlardandır

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp