İdrarla İlgili Konuşma Metni

İdrarla İlgili Konuşma Metni

Selam, sayın dinleyiciler, karşınızda ben Carmen Thomas.
Dökülen su şakırtısı Vaktiyle, Seck-Hannes fıçılarındaki idrara başka maddeler karıştırırken de böyle bir ses çıkardı herhalde.

Robert Esser:
İçine başka bir şey katmazdı. Seck-Harınes tarihi bir figürdür. Sadece Münstereifel' de değil. Her yerde vardı, Monschau'da da vardı. Harika bir hikâye anlatılır: Günün birinde Seck-Hannes kocaman bakır kazanların içinde insan idrarlarını toplamış, iki atlı arabası ile kentin kapısına gelmiş. Kapıda belediye başkanı Schaibler duruyormuş. Elleri yeleğinin cebine sokulmuş vaziyette, "000, Hannes, sen miydin?" demiş ve arabanın üzerine çıkarak parmağını idrara batırmış ve çıkarıp yalamış. Sonra şöyle demiş: "Seni gidi domuz yavrusu Hannes! Gene katmışsın suyu içine!"

CT.: Bu olmuş bir şey mi?

Esser:
Evet gerçektir. Monschau'da bilinir. Ve Seck-Hannesin yaptığı iş de anlatılır. Seck-Hannes sadece kenti gezmez, çevre köyleri de dolaşıp idrar toplardı.

CT.: Yani bu demek ki, ne kadar idrar toplarsa kendisine o kadar para ödeniyordu. Ve bu yüzden idrara su katıp hile yapmaya yeltenmişti, çoğaltmak için?

Esser:
Evet, herhalde aldığı para litresine göre değişiyordu. Ne yazık ki, ödemenin nasıl ve ne miktara göre yapıldığı hakkında bilgi yok elimizde.

CT.: Bu Seck-Hannes olayı ne kadar sürdü acaba? Ve bu işi yapanların adı Kurt veya başka bir isim de olsa, onlara hep SeckHannes mi deniyordu?

Esser: Seck-Hannes'lik İsa'dan iki bin beş yüz yıl öncesinde vardı. Daha Romalılarda vardı. Romalılar köşe başlarına fıçılar bırakırlardı, fullonları da bunları toplardı. İdrarı çamaşır yıkamada kullanırlardı. Normal kıyafetler de idrarla yıkanırdı.

CT.: Bunu biliyor muydunuz?

Konuk Bayan: Hayır, ben Münstereifer'liyim ve bunu hiç işitmedim.

C'I': Aslında şimdi nerede bulunduğumuzu ve niçin burada oturduğumuzu biliyor musunuz?

Konuk Bayan: Bunu da bilmiyorum.

C'I': Elbette burada kütüphanede bulunduğumuzu görüyorsunuz. Fakat tam bu oturduğumuz yerde vaktiyle ne vardı biliyor musunuz?

Konuk Bayan: Hiç bilgim yok.

Cı'I': Ya siz, bayan kütüphaneci? İdare memuru: Ben kütüphaneci değilim. İdare memuruyum. Fakat hep burada oturduğum için, biliyorum. Burası Seck-Turm'dur. Ve Bad-Münstereifel'in idrar toplama yeridir. Seck-Hannes herhalde dışarıdan açılmış bir oluktan idrarı içeri boşaltıyordu.

C'I': Bu doğru mu, Bay Esser?

Esser: Evet, birçok "fıçılara boşaltılırdı. Çünkü idrarın birkaç gün bekleyip bozulması lazımdı. Taze idrar kullanılamazdı. En kötüsü de buydu. Düşünün idrarı uzun süre bozulmaya bırakıyorlardı. Bu sırada amonyak oluşturuyor. Yıkama işinde amonyak çok önemliydi, sonra açıklayacağım gibi, sabun böyle oluşuyordu. C'I': Demek idrardan sabun üretiliyordu.

Esser:
Evet. İdrar alkaliktir. Alkali, yündeki yağ ile birleşince amonyum alkalik sabun meydana gelir. Romalılar devrinde henüz sabunun tanınmadığını biliyorsunuz herhalde. Bunu düşünemiyoruz bile! O zamanlar insanlar sabunla yıkanmıyorlardı. Ve çamaşırları ve yünleri temizlemek için herhangi bir madde bulmak zorundaydılar. C'I': Müthiş pis kokmuyorlar mıydı?

Esser: Evet, olayın esprisi de burada. İşte Roma İmparatoru Titus Flavius'un (66-76) ünlü cümlesi ortada: "Pecunia non olet" (para kokmaz). Bu fullonların şikâyetleri üzerine söylenmişti...

C'I': Değim yerindeyse, yani Çiş-Toplayıcılar. .

Esser: Hayır, bunlar çamaşır yıkayıcılardı. İngilizcede fuller. Bugün walkerlara da hillfi böyle derler. (Walker: Kumaş basan) işyerlerine de Jullonices diyorlardı. Bunlar vergilerinin çok yüksek olduğundan yakınmışlardı. Bunun üzerine İmparator onlara: "İşiniz pis kokuyor ama para pis kokmaz." demişti. CT.: Neden Seck-Hannes buradan kaldırıldı?

Esser: Artık ona gerek kalmamıştı. Önceki yüzyıldan beri başka kimyasal maddeler bulundu. Öncelikle de yıkamak için sabun 16.-ı 7. yüzyıldan beri sabun kullanılıyordu. İdrar daha ziyade boyacılıkta kullanılırdı. Bu işlemin 4000-5000 yıl kadar eskiye dayandığı tahmin ediliyor. İranlılar kullanmış. Hintliler yapmış. En eski boya maddesi olarak indigoyu biliyoruz. Bütün bitkisel boya maddeleri bir biçimde mayalandırılmalıdır. O zamanlar katkı maddesi olarak idrar biliniyordu.

CT.:
Söyler misiniz, peki bu idrarı verenler de karşılığında bir şey alırlar mıydı, yoksa çiş yapmak bedava mıydı?

Esser: Bu bilinmiyor. Bilinen bir şey var, o da, Roma'daki bütün cadde, sokak ve meydanlara küpler konulmuştu ve halk ihtiyacını bunlara gideriyordu. Sonra Fulloner' ler gelip küpleri topluyorlar ve çoğu kent dışında -nehirlere yakın-yerlerde kurulmuş iş yerlerine taşıyorlardı, burada çamaşırlar yıkamıyordu. Romada evlerde çamaşır yıkanmadığı bilinir, insanlar çamaşırlarını, elbiselerini yıkanmak üzere Fulloner' lere teslim ederlerdi. İdrarla yıkandıktan sonra bu arada sabun oluşuyordu çamaşırlar nehrin berrak sularında son yıkamadan geçiriliyordu.

CT.: Siz buna ne diyorsunuz?

Konuk Bay: Tuhaf! İnsanlar idrarlarını bedavaya verdiklerine göre, içeceklerinin de bedava olması gerekmez miydi diye düşünüyorum?

CT.: Elbiselerinizin idrarla yıkandığı m düşünebiliyor musunuz?

Konuk Bayan: Hayır. Bunu hiç düşünemezdim. Gerçekten olmaz.

CT.: Komik değil mi? Bay Esser, siz herhalde bize daha pek çok şey anlatabileceksiniz. Dağarcığınızda çok şey bulunduğunu görüyorum. Bizim bugünkü konumuzun başlığı şöyle: "Çok özel bir sıvı: İdrar" Önce ben size teşekkür etmek ve isminizi sormak istiyorum.

Konuk Bayan: Leo Broslacas İdare memuru hanım: Rosemarie Mohr

Uzman: Robert Esser

CT.: Bu işle nasıl ilgilendiniz?

Esser:
Rupperath'ta el dokuma tezgâhım var. İnsan öğretmen olarak böyle bir işe girişince, bunun geçmişini de araştırmaya yöneliyor. Ben şimdi 30 yıldır dokumacılığın tarihi ile ilgileniyorum ve bu konuda bir de kitap yayınladım.

C.T.: Yanımda Bayan Prof. Dr. Rita Fa1ke oturuyor. Bize bu konuyu öneren bayan dinleyicimiz -yazık ki yaz aylarında bu sık sık oluyor tatile gitti. Fakat siz bize bilgi vermek için mektup yazarak, bizi sevindirdiniz?

Prof. Falke: Konu "Çok özel bir sıvı: İdrar" olunca, bana Schleswig' de büyümüş olan büyükannemin anlattıklarını hatırladım. Onun annesi, çok bilgili bir kadın olacak herhalde ki, köy halkı hastalıklarında hep ona başvururlarmış. Ve benim büyük ninem, difteriye yakalanmış hastalara kendi idrarlarını içirirmiş. Ben o sırada çocuktum ve Hamburg'ta oturuyorduk, bundan çok etkilenmiştim. Özellikle de tiksinti duymuştum, sonra büyükannem şöyle demişti: "Hastaların bundan haberi olmazdı ki ... " CT.: Demek çocuklar iyileşiyordu ...

Prof. Falke: Çocuklar genellikle iyileşiyordu. Belki büyükler değil. Fakat kabul etmek gerekir ki, tek kişi bile kurtulmuş olsa bu bir başarıydı. Zira bu hastalık, yakın zamana kadar öldürücü bir hastalıktı.

CT.: Demek insanlar kendi idrarlarını içerek tedavi olup ölmediler.

Prof. Falke: Evet, büyükannemin anlattıklarından öyle anlıyorum. Boğazdaki kabuk çözülüyor ve hasta rahat nefes alıyormuş. Daha başka nelere yarıyormuş bilemiyorum. Bunun çok hikâyesi var. Başka şeyler de var: Bademcik iltihaplarında idrarla gargara veya anjinde. Büyükannem bunu bize ne kadar uyguladı, bilemem. Haberimiz olmadan vermiş olacağını da zannetmiyorum.

CT.:
Demek, yapmış olabilir mi diye gene de biraz kuşkunuz var?

Prof. Falke:
O zamanlar yoktu. Fakat sonraları kuşkulandım. Önceleri böyle bir kuşkuya kapılmadım. Çünkü annem yanımızdaydı, uygar bir kentte, doktorların bulunduğu bir yerde yaşıyorduk.

CT.: Peki, siz çocuk olarak merak edip de, şöyle ben de bir tatsam, diye hiç aklınızdan geçirmediniz mi?

Prof. Falke:
Hayır, hayır, o kadar meraklı değilimdir. Merak olabilir. Fakat ücra yerler için, buna hak vermeli. Kardan-buzdan, geçilmez yollar, yol bile denmez. İnsanlar yollarda ölüyordu. Mesafeler çok uzaktı. CT.: Öyleyse insanların böyle usullere başvurmalarına şaşmamalı.

Prof. Falke: Evet, öyle olmalı.

CT.:
Evet, güzel. Bay Becker, siz de bana yazmıştınız.

Becker: Evet. Ben de büyükannemden buna benzer bir olay anlatacağım. Kendisi IO, II yaşlarındayken ağır bir difteriye yakalanmış. Mosmor kesilmiş ve nerede ise boğulacakmış. Komşu bir hanım: çocuk ölecek demiş. Doktor, çaresiz kalarak, kefenin hazırlanmasını söylemiş. O zaman ninesi büyükanneme kendi idrarını, üstü kapalı bir tasla ve burnunu tıkayarak içirmiş. Yarım saat kırk beş dakika içinde ateş düşmüş. Büyükannem öksürerek balgam çıkarmış ve ölümden kurtulmuş. Kayınpederim Dresden'de yaşayan bir Doktor Krebs'ten söz ederdi kitabı da burada yanımda çocuklarını boğmacadan kendi idrarlarını içirerek iyileştirmiş. Bu hep bilinir, eskiden doktorlar ağır hastalara çağırıldıklan zaman yolda gelirken ısırgan otu toplar ve hastanın idrarına atarlarmış. Eskiden oturaklar hastanın yatağının yanında dururdu. Eğer ısırgan otu kararırsa hasta çok ağır demekti. Eğer ot yeşil kalırsa -herhalde birkaç gün doktor bunu gözlüyor olmalıydı- hastada henüz umut olduğunu anlardı. Ayrıca Mısır' da hamileliğin erken teşhisinin idrarla yapıldığı biliniyor. Hamile olduğundan kuşkulanılan kadının idrarı buğday üzerine dökülüyor, normal bir kadının idrarı da başka bir buğdaya dökülüyor. Hamile kadının buğdayı daha önce çimlenirse hamileliği kanıtlanıyor.

CT.: Herhalde filiz embriyodaki büyüme hormonundan yararlanıyor?

Becker: Elbette, bu büyümeyi çabuklaştırıyor.

CT.: Bir gebelik testi için bir sürü para vermeye hiç gerek yok, biraz buğday ve insanın kendi idrarı öyle mi?

Becker: Evet, çok doğru. Bir de normal idrar gerekiyor ki, kıyaslama yapılabilsin.

C.T.: Çok ilginç. Peki, siz bu konu ile nasıl oldu da ilgilendiniz?

Becker: Halk arasında kullanılan ev ilaçları ile ilgilenmemde çok önemli bir deneyimin etkisi oldu: Olay büyükannemden başlar. Kendisi o zamanki tıp ilaçlarından çok daha üstün ev ilaçlan hazırlardı. Bu konuyla savaş esirliğin sırasında uzun uzun uğraştığımı da size yazmıştım. 4000 kişi arasında büyük atalarından aynı hikâyeleri dinlemiş iki kişi daha vardı. Bu hikâyelerden birinde, hasta bir çocuğa doktor çağrıldığını dinlemiştim. Doktor çocuğun iyileştiğini görünce, "Anladım, kendi idrarı ile tedavi etmişsiniz", demiş. Kadın, "Evet" deyince, Doktor "Yapmamalıydınız" diye karşılık vermiş. Kadın o zaman, "Neden, çocuğumu kurtardım ama", demiş. Ama doktor hala, "Evet, ama bu doğru değil." diyormuş. Bu hikâye yi anlatan adamın büyükannesi, doktora şöyle demiş: "Siz uzun zamandır bizim doktorumuzsunuz. Meslek onurunuza dokunuyor diye, bunu reddedeceğinize, bana daha önce söylemenizi beklerdim."

C'I':
Çok heyecanlı. İş oraya kadar varsaydı, çok kimse ekmeğinden olurdu. Herkesin kendisini kendi idrarı ile tedavi ettiğini, çamaşır yıkadığını falan düşünün. Yuttuğumuz ilaçlan ve yıkanma maddelerini üreten yığınla işletme iflas ederdi.

Becker: Evet. Bir de Kazanova hikâyesi var. Kazanova bir gün çok zengin bir Fransız aristokratı ile karşılaşır, kadın kalça mafsalı ağrısı ile yatağa düşmüştür. Bizim zarif çapkın, hastanın idrarına bazı kimyasal maddeler de karıştırarak bir merhem hazırlatır ve bununla hastanın kalçasını ovdurur. Bu kimse de Kazanova'nın sevgililerinden biri olan Camila'dan başkası değildir. Masaj sırasında Kazanova kendisi dâhil, kimsenin anlamadığı birtakım sihirli sözcükler mırıldanır. Gene soğukkanlı ve kurnazca karşısındakileri kandırır, Çağın ruhuna ve beklentilerine uygun olarak da, soylu kalçaya beş köşeli bir yıldız şekli oluşacak biçimde işer. Yirmi dört saat sonra aristokrat kadın iyileşir ve Paris salonlarında dört dönmeye başlar. Kazanova'nın adı büyük hekim olarak ünlenir.

c.T.:
Gösterir misiniz, sözünü ettiğiniz kitap bu mu?

Becker: Hayır. Bu, Dr. Krebs ile Prof. Lambert‘in yazdıkları İlaç Olarak İnsan İdrarı isimli kitap. İçinde habis anemi, bebeklerde görülen mide ağzı krampı ve egzamalar vs.' den söz ediliyor.

c.T.: Siz de bunu deneyecek kadar ikna oldunuz mu?

Becker:
Ben şahsen kendi idrarımı içmezdim. Belki damla halinde Kullanarak karışımını yapardım.

c.T: Bu nasıl oluyor?

Becker:
Bir ölçü idrar, dokuz ölçü su veya alkol alınıyor, karıştırılıyor. Bu insana ekşi gelirse, içinden gene bir ölçü alınıp, başka bir şişeye konuyor sekiz kere çalkalanıyor. Artık idrar tadı hiç anlaşılmıyor. Ve bunun insanın kendi idrarını içmesinden daha şifalı bir etkisi oluyor. Bu tabii hoş bir olay değil. Doğal tedavi uygulayan doktorların bazısı bunu yapıyor. Marburg bölgesinde tanınmış bir hekim, hastalarından sabah idrarlarını getirmelerini isterdi. Onu tahlil edeceğini söylerdi, Sonra da onu enjektöre çeker ve hastanın kalçasına iğne yapardı.• Etrafta doktorun harika bir ilaç kullandığı söylentisi yaygındı. Oysa o sadece hastaya ait idrarı kullanıyordu.

C'I': Hmmrn, içme konusu da var: Hindistan başbakanı yapıyormuş, -kendisi kısa süre önce 93'üne bastı- her sabah kendi idrarından bir fincan içiyormuş.

Becker: Evet, idrarın içinde bir dolu fermentler, element kırıntıları bulunuyor, bu böyle. Ben Dr. Krebs'in bu kitabında, idrarın içinde ne kadar çok çinko, demir, alüminyum, manganez, bakır ve kobalt bulunduğunu okuyunca şaştım kaldım. c.T.: Demek içimizde oluşan bu şey gerçekten son derece etkili kimyasal bir madde.

Becker:
Evet, öyle söylenebilir.

C.T.: Ve biz buna hiç dikkat etmiyoruz.

Becker: Aklıma bir şey daha geldi, zihnimiz açıldı şimdi. Örneğin Hümling'te ağızlarında pamukçuk olan bebeklere sabah bezleri emdirilirdi. Yani burada da sabah idrarı kullanılıyor ve faydalı da oluyordu.

C. T.: Demek vücut gerektiği zaman kendisine bağışıklık Kazandıracak veya iyileştirecek bir şeyi kendi içinde oluşturuyor diye düşünebiliriz...

Becker:
Evet, sanıyorum aynen böyle. Yani vücut kendi savunma maddesini hazırlamış oluyor ve bu ona yoğunlaştırılmış halinde yeniden verilecek olursa sağlığına kavuşuyor. Bu bir biyoenerjik hal. Karşılıklı bir etkileşim. Siz bu karşılıklı etkileşimi, yayın dolayısı ile iyi bilirsiniz. Aynı frekanstaki iki dalga çakışacak olursa, bir sönme durumu olur. İdrarda da durum aynen böyledir.

CT.:
Bad Münstereifel'lilerin yoğun ilgisi beni çok sevindiriyor. Sizlerin bu yayınla ilgilendiğinizi görmek doğrusu çok güzel. Bu bizim çok hoşumuza gidiyor. Peki, neden buradayız, biliyor musunuz?

Konuk Bayan: Hayır, ben mi, hayır.

CT.: Belki, Bad Münstereifel ile idrarın ne ilgisi var diye düşünmüşsünüzdür?

Konuk Bayan: Evet, doğru.

CT.: Bu her yerde var. Bad Münstereifel'deki Kültür ve Turizm Merkezi müdürü Peter Schafer, şu yanı başımızdaki Seck-Turm'a dikkatimizi çekti. Bu arada öğrendiğime göre, 1877 yılına kadar, kentlilerin idrarı burada toplanırmış. Acaba kadınlarınki de toplanırımıydı bilmiyorum? Zira içeriklerinin farklı olduğunu okudum.

Esser: Kadınlarınki de kullanılırdı. Özellikle de kumaş boyamada kullanılırdı. Bunun hakkında da konuşmalıyız.

C.T.: Ben bu yayına hazırlanırken öyle çılgınca şeyler okudu m ki, örneğin tütünü kadın idrarına yatırırlarmış, en uygunu buymuş. Ne diyeceğinizi bilemiyorsunuz değil mi? Acaba idrarla, işemek dışında daha neler yapılabileceğini hiç duydunuz mu?

Konuk Bayan: Hayır.

CT.: Savaş öyküleri de duymadınız mı?

Konuk Bay: Evet, küçükken bize -burada da söylendiği gibi- boğaz iltihabından korunmak için ara sıra idrarla gargara yapıldığını anlatırlardı. Ama biz kendimiz hiç denemedik. Şükür ki, boğaz iltihapları buna gerek duyulacak kadar ağır değildi. Fakat çocukken bunu işitmiştik.

CT.:
Neler hissettiniz?

Konuk Bay: Pek hoş olmayan duygular tabii.

CT.: Çünkü demin de belirttiğiniz gibi, bu konuya bulaşmak istemiyordunuz...

Konuk Bay: Evet, sanıyorum idrar karşısında insanlarda bu tiksinti hissi çok doğal.

C'T: Yani doğuştan mı var demek istiyorsunuz.

Konuk Bay: Öyle zannediyorum, evet.

C.T.: Siz de öyle mi düşünüyorsunuz?

Konuk Bayan:
Evet.

C'T: Şöyle bir düşünecek olsanız, idrar deyince aklınıza ne gelir?

Konuk Bayan: Hiçbir şey.

C'I': Hiçbir şey mi, olamaz?

Konuk Bayan: İnsan çiş yapmak zorundadır. İnsan için en önemli yanı bu.

C.T. Yaşam gereği. Evet, bu da çok güzel. Aklınıza başka ne geliyor? .

Konuk Bayan: Haa, evet, şu sağ taraftaki kule hakkında, siz de bunun için buradasınız ya, bir şey söylemem gerek. Ben Münstereifel'liyim; burada doğdum. Fakat bütün bunları hiç bilmiyordum. Habersizdim. Cı'I": Okulda bu konuyu hiç işlemediniz mi?

Konuk Bay: Hayır.

C.T.: İlginç olurdu, değil mi?

Konuk Bay: Evet, bunları işitmek ilginç.

C.T.:
Siz de mi şimdiye kadar bunları duymadınız? 1877'de kaldırıldığına göre, demek 1LO yıl geçmiş. Dr. Mielke, siz, Grefrath'taki Açıkhava Müzesi'nin müdürü olarak idrar konusu ile neden ilgileniyorsunuz?

Dr. Mielke: Aslında pek ilgili sayılmam. Fakat şu sıralarda müzemizde hijyeni kültürünün geçmişi üzerine bir sergi sürüyor. İşte bir sürü idrar kavanozları, lazımlıklar filan ... İnsan ister istemez konuya eğilmek zorunda kalıyor.

c.T.: Bütün bu gece lazımlıklarını nereden buldunuz?

Dr. Mielke: Schleswig-Holsteirı'darı Avusturya'ya kadar her yerden...

C.T.: Nasıl elde ediyorsunuz? Koleksiyonculardan mı?

Dr. Mielke:
Münih'te bir Lazımlık Müzesi var. 6000 parça lazımlık bulunuyor. Şimdilerde i azı m1 iki ar (oturak), ABD'de çok moda Noellerde onların içinde içki servisi yapılıyor.

C.T.: Bari içine biraz da çiş yapsalardı, iyice Ortaçağ'a yakın olurlardı. Örneğin Sibirya hakkında bir şey duydum. Orada insanlar önce alkol içiyorlarmış sonra da idrar. Çünkü sonra içildiğinde idrar, alkol yerine geçiyormuş.

Dr. Mielke: Bayan Thomas, insan çok alkol içilen yerde dikkatli olmalı. C.T.: Siz de böyle hikâyeler biliyor musunuz?

Dr. Mielke: Evet, ben bu tür şeyleri edebiyattan biliyorum. Biraz yaşlı bir kuşaktanım. Ama böyle şeylerle kendim karşılaşmadım. Bugün böyle bir şeyi hayal bile edemiyorum.

c.T.: Araştırmalarınız sırasında bu konuda neler öğrendiniz?

Dr. Mielke: Evet, ben tıp alanını da araştırdım, ama öncelikle dokumacılıkta, peynir imalatında ve başka zanaatlarda idrarın nasıl Kullanıldığıyla ilgilendim.

C'I': Kaşar'ın neden san olduğunu böyle mi çözdünüz?

Dr. Mielke: Hayır, kesinlikle ilgisi yok. Bunlar geçmişte kalmış Yöntemler olmalı; bundan eminim.

C'I': Ben de burada peynircilerin sizi protesto etmesini istemem. Geçmişte de herhalde istisnai yöntemlerdi bunlar ve bugün İsviçre ve Hollanda peynirlerinin idrar karıştınlmadan üretildiği kesin.

Dr. Mielke: Belki de buna üzülmek lazım. Zira idrarın, hiç değilse zararlı olmadığını biliyoruz. Kimyasal maddeler hakkında pek o kadar emin değiliz.

C.T.: Peki, peynirin içinde idrarla ne yapılıyordu?

Dr. Mielke: Lezzet veriliyordu, mayalanması çabuklaştırılıyordu, peynire son şekli veriliyordu, herhalde biraz iz de kalıyordu. Bu peynire daha keskin bir tat veriyordu.

C.T.: Demek bir alan peynircilik. Başka neler var?

Dr. Mielke:
Kozmetik var, yıkama ve boyacılık var. Bunlardan söz edildi. Fakat insan idrarın kimyasal bileşenlerine bir göz atacak olursa, bu sıvıyla neler yapılabileceği hemen anlaşılır.

C'I': Bu alanı doktora bırakmak istiyorum. Ben sizden, müze parçalarını toplarken öğrenmiş olduğunuz tarihi bilgileri almak isterim.

Dr. Mielke: Evet, doğru, örneğin idrarın atılması. Eskiden oturaklar hep pencereden dışarı, sokağa boşaltılımış. C.T.: Aşağıdan kim geçerse geçsin, öyle mi?

Dr. Mielke: Kim geçerse geçsin. Bir sürü idrar kavanozu bulunurmuş. Bunların idrarın teşhisine yarayacak bir işlevi vardı. Gece lazımlığından çok, doktorun daha iyi görebilmesi için saklama kavanozu olarak... Hala böyle şeyler var. C.T.: Bu konuda yeterli yazı bulunup bulunmadığını tespit edebildiniz mi? Yoksa iyi araştırılmamış mı?

Dr. Mielke: Evet, 20. yüzyılın başlarında Sigmund Freud'un ön yazısıyla çıkmış standart bir kitap var. Fakat onun arkası gelmemiş. İnsanın bir sonuca varması için çok sıkı araştırması gerek. İfadeler bazen birbirini tutmuyor tabi. Bana öyle geliyor ki, idrarın zanaat alanında kullanıldığı gerçeği belki de çok şişirilmiş. C'I': Hangi alanda abartıldığını düşünüyorsunuz?

Dr. Mielke: Önce şunu söyleyeyim. Zevk ve gıda endüstrisi alanında. Siz tütüncülüğü de söylediniz. Fakat pek çok safsata var. Örneğin üzerlerine işenirse bazı bitkilerin etkilenmesi. Demirin idrarla daha iyi çelikleşmesi gibi.

C. T.: Eskiden kılıç yapmak için daha güzel çelikleşsin diye kılıcın üzerine işedikleri doğru mu?

Dr. Mielke: Bunlar antikçağlardan ortaçağa kadar sürüp gelmiş inanışlar. Fakat şimdi demirin çelikleşmesi işleminde, idrarın kimyasal bileşimi ile sonuç arasında bir ilgi göremiyorum. Bunlar batıl inanışlar. Bunu Yahudilerin tarihinde ve Yunanlılarda da bulursunuz. Devam eder durur.

C. T.: Böyle ilginç batıl inanç öyküleri biliyor musunuz? İzin verirseniz, beni çok etkileyen bir tanesini belirtmek isterim: Erkekliği aksayan bir koca, nikâh yüzüğünün ortasından işerse, her şey yoluna giriyormuş.

Dr. Mielke: Evet, ben de okudum. Böyle bir sorunum olmadı. Bu konuda bir şey söyleyemeyeceğim.

C. T.: Zaten buna gerek yok. Siz, idrarın başka nelere faydalı olduğu hakkında insanlardan duyduğunuz hikâyeleri bize aktarın. Aklınıza başka bir şeyler geliyor mu?

Dr. Mielke:
Evet, kehanet konusu var. Doktorlar idrarı nasıl hastalık teşhisinde kullanmışlarsa, eskiden başkaları da benzer şekilde geleceği görmek için kullanmışlar. Ve söylediğimiz gibi, doğacak çocuğun cinsiyetini tespitte kullanmışlar. Ben bu yöntemleri bilmiyorum. Ve sanıyorum, bu işi vaktiyle yapanlar da sonuçta pek bir şey bilmiyorlardı. Bunlar kafadan uydurma şeyler. Kafadan atılmayan gerçek ise idrarın içinde değerli minerallerin ve başka maddelerin olduğu... Eğer bir kıyas yapacak olursanız, -ben dün yaptım bir maden suyu ile idrarın içinde bulunan maddeleri tespit ettim. Söylemek gerekir ki, idrar faydalılık açısından, yüksek değerli maddeler ve mineraller açısından, bütün memba sularına prensip olarak yeğlenecek bir şeydir. Evet, tabi içinde başka maddeler de olmasaydı.

C.T.:Bu konuya doktorla da birlikte tekrar döneceğiz. Size çok teşekkür ederim Dr. Mielke.

C.T.: İsminizi söyler misiniz lütfen?

Konuk bayan: elementine Büsser

Konuk Bay: Wilhelm Büsser

C'I': Size çok teşekkür ederim. Çok heyecan verici bir konu, değil mi?

Konuk Bayan: Evet, çok ilginç.

C'I': Her yerde bir karşıtlık var değil mi? Uzmanların görüşünde de?

Konuk Bay: Konu, uzmanların da anlaşamadığı önemli bilgiler gizliyor gibi görünüyor.

C. T.: Çok doğru. Yanımda Dr. Thomas Hauschild oturuyor. Etnolog olarak bize bir şeyler söyleyebilir. Eskiden insanların neler yaptıkları hakkında biraz bilgi edindik. Doğru mu, değil mi ayırmak açıkça zor. Fakat siz bize bizim değer vermeksizin iğrenerek attığımız idrarın bugün hala başka ülkelerde ayrı bir rolü olup olmadığını söyleyebilirsiniz. Başka kültürler idrarla neler yapıyor?

Dr. Hauschild: Sanıyorum bizdeki en önemli nokta bu tiksinti. Bu, başka kültürlerde, en azından değişik bir biçimde ortaya çıkıyor. Oralarda, idrar maya olarak ve temizlik maddesi olarak kullanılıyor. Bu bizim için utanç verici bir şey. Örneğin Avustralya'nın ilk yerlileri: çam fıstığının belli bir türünü idrara yatırarak mayalandırıyorlar, sonra da onları yiyerek sarhoş oluyorlar. Biz elbette bunu iğrenç buluruz ve böyle bir şey yapmayı düşünemeyiz. Fakat çok ilginçtir bu tiksinti, her şeye rağmen öteki geleneksel kültürlerde de var. Fakat görüşüme göre başka şekilde ortaya çıkıyor.
Örneğin Kızılderililerin Sidik Dansı; üzerlerine gülünç kıyafetler giyip, karnaval dansları yapar, bir yandan da kocaman kaselerden idrar içerler. Bunu da özellikle, "Bana bakın çiş içiyorum" der gibi; marifetmiş gibi yaparlar. Bunu doğa insanlarının bize kıyasla, daha utanmasız ve farklı olduklarının örneği olarak kabul edebiliriz. Fakat gene de, bunun söylediğim gibi bir karnaval âdeti olduğunu unutmayalım.

CT.: Neyse, bizim karnaval işi oraya kadar vardırmıyor...

Dr. Hauschild: Bizim karnaval da eskiden oralara kadar varı-yordu. Ortaçağ sonlarındaki karnavallarda, insanların birbirlerinin üzerine işemeleri ve pislik atmaları olağan şeylerdi.

CT.: Ama içilmezdi ...

Dr. Hauschild: Hayır, içilmezdi. Adetlerin değişik yerlerde bulunmasına tipik bir örnek: Alaska'daki Eskimolar için söylenir, karşılıklı birbirlerinin omzundan aşırarak işerlermiş ve bunu günlük davranışların tersyüz edilmesi, bir tür parodi olarak görürlermiş.

CT.: Nasıl yani, hani bizde uğur olsun diye sahneye çıkarken üç kere omuz üzerinden tükürürler, bunlar da üç kere omuz üzerinden mi işiyorlar?

Dr. Hauschild: Çok ilginçtir, çok sayıda batıl inançların ya da günlük alışkanlıkların tiksinilen bir şeyle ilintisi vardır. Örneğin tükürme gibi veya "içine etti" deyiminde olduğu gibi. Böyle şeyler bizde hala devam ediyor. İğrençliklerle uğraşmak, başka toplumlarda büyük toplumsal ritüellerle dile getirilebilmiş; tiksinti sorununu irdeleyebilmişler. Tiksintiyi öne çıkarıyorlar, seyircide kasıtlı olarak tiksinti uyandırıyorlar. Bu bizim yapmadığımız bir şey. Biz daha ziyade tiksintiyi örtbas ederiz, bütün olayı tuvalette bırakır, kapıyı kaparız.

CT.: Evet. Peki, tiksinti dışında idrarın anlamlı olarak kullanıldığı Bir yer var mı? Örneğin zanaatta?

Dr. Hauschild: Evet, idrarın temizlikte ve zanaatta kullanım yeri var. Özellikle de su kıtlığı olan toplumlarda, idrar ve deve idrarı el altında hazır bir sıvı olarak, yıkama işinde kullanılır. Böcek ı-sırmasına karşı da ovmak için işe yarar. Pislik sürmek de bununla bağlantılıdır. Şunu da söylemek gerek: İnsan idrarı bu toplumlarda da iğrenç bir şey olarak kabul edilir ve bu yüzden deve idrarı tercih edilir.

C. T.: Örneğin Romalılarda olduğu gibi yıkama ve temizlik işinde, özellikle saç yıkamada idrar kullanılır mı?

Dr. Hauschild: Evet, bunun sayısız örneği var: Sözgelimi Güney Sudan'da Din kabilesi. Bir Afrika toplumu. Bunlar böcek sokmasına karşı idrarla yıkanıyorlar ve deve pisliğinden yaptıkları bir karışımı sürüyorlar. Pek çok Kızılderili kabilesinde artık yapmadıklarım sanıyorum şöyle bir alışkanlık vardı: Önce iyice bir terliyorlar, sonra idrarla yıkanıyorlar, arkadan temiz su dökünüyorlar, böylece tam bir temizlik oluyor.

C.T.: İdrar kullanılan veya idrardan faydalanılan, şimdiye kadar saydıklarımızdan başka işler de var mıdır?

Dr. Hauschild: Sam yorum, doktorlar da bize bir şeyler anlatacaklar. İdrarın tam tahlili, tıptaki yeri gibi. Fakat başka ne gibi kullanımları olduğu doğrusu aklıma gelmiyor. Çünkü etnologların araştırdığı geleneksel kültürlerde genellikle meslekler ayrımlan yoktur. Bu manada herkes bir el sanatıyla uğraşır ve söylendiği gibi idrarın sayısız kullanım yeri vardır. Balina yağının idrarda mayalandırılması, yumuşatmak için derilerin idrarla tabaklanması, vs.

C.T.: Peki, bu altın macunu hakkında bir şey biliyor musunuz?

Dr. Hauschild: Evet bu efsanevi bir yapıştırıcıdır. Bugün bizlere de hep harika yapıştırıcıları önerirler. Avrupa'da çok eski bir gelenekten söz edilir, güya uygun zaman ve koşullar altında idrardan her şeyi yapıştırabilecek bir macun elde edilebilimiş. Fakat şunu söylemek zorundayım, burada idrarın kimyasal özelliklerinin bir rol oynadığını sanmıyorum, aksine birçok mucize çarenin alışılmamışlığı ve iğrençliği etkili oluyor. İdrar bütün toplumlarda insan idrarı en azından tiksindirici ve haram sayılır. Gene de çeşitli biçimlerde bundan yararlanılır. İşte böyle harika zamklar yapmak, büyü yapmak, büyü bozmak gibi... C.T.: İnsanın kendi idrarını kullanması konusunda bildiğiniz bir şey var mı?

Dr. Hauschild: Burada insanın kendi idrarını içmesi hususunda pek çok örnek işittik: Üçüncü dünyanın geleneksel kültür toplumlarında buna daha az rastlanır.

C. T.: Hindistan başbakanına ne dersiniz? Tüm dünya basınına yansıdı. Herhalde bunu yalnız bu adamın yaptığı düşünülemez.

Dr. Hauschild: Hayır, Hindistan'da idrar içmenin rolü büyüktür. Çünkü burada idrar genelde zaten temizleyici bir sıvı sayılır. Ve ben, insan idrarından çok inek idrarına öncelik verildiği kanısındayım. O kutsal ineklerin idrarları. İneklerin dışladıkları her şey, pek çok gelenekte yer alır: Süt, tereyağı, idrar, inek dışkısı, kesilmiş süt. Bunlar, temizliği; temizlik ve pislik düşüncesini sembolize ederler. İnsanın kendi idrarını içmesi de, bununla bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır zannediyorum. Sarmaşık ve mantarlan ilaç olarak kullanan pek çok toplum vardır. Bunları kurutulmuş olarak bir kap içinde ıslatırlar, üzerine idrar dökerler. İdrar burada ecza etkisi yapar. Vücudun kimyası ve tedavi edici ilaçlar konusunda esaslı bilgilerin bulunduğu belli oluyor. Çünkü idrar toplanıyor ve tekrar içiliyor. Fakat şunu bir daha tekrar edeyim, bu toplumların bizim yaptığımız gibi vücut atıklarından iğrenmedikleri anlarmına gelmez. Bu özel bir durum sayılmalıdır. Bu ilaca gereksinim vardır ve insan kendi idrarını içer.

C.T.: Fakat başka bir ilinti daha olmalı. Çinli çocuklan düşünün, arkası önü açık pantolonlar giyerler ve ortalıkta dolaşırken rastgele çömelip işlerini görürler, bez falan bağlanmaz, bu durum böyle şeylere karşı bambaşka bir bakış olduğunu göstermez mi?

Dr. Hauschild: Ben pek emin değilim. O zaman bir Çinli'ye idrar ve dışkı hakkında ne düşündüğünü sorun. Size pek hoş şeyler anlatmayacaktır. Bu tiksindirici vücut atıklarının ne yapılacağı ve Nasıl ortadan yok edileceği başka bir konu. Bunun için çok çok değişik alışkanlıklar var. Ben bu konuda Çinlilerin daha gevşek olduğunu düşünemem. Örneğin çocuklarına çok sert bir tuvalet terbiyesi verirler. Nereye yapıp nereye yapamayacaklarım kesinlikle öğretirler. Yani sorun idrarın ve dışkının tek bir bölgeye, tuvalete kapatılması değil, nereye yapılıp nereye yapılmayacağının kesin kurallara bağlanması ve kime, ne zaman izin verildiğidir. Bütün toplumlarda bu iş için gayet sıkı düzenlemeler vardır. Başka türlü ele aldığımız için bize biraz rahat görünen toplumlarda bile vardır.

C.T.: Bizim bu konuyu tiksinmeden de işleyebileceğimizi düşünür müsünüz?

Dr. Hauschild: Evet düşünürüm. Bu kötü bir şey değil, özelliği olan bir sıvı. Bence, kendiminki bana hiç nahoş gelmiyor. Ama başkalarınınki hoş değil.

C.T.: Evet, ama örneğin kendi idrarınızı içtiğinizi düşünseniz...

Konuk bayan: 000 yooo, bunu istemem. Hayır, hayır şarap, bira, şampanya içerim daha iyi. Fakat bir hanım arkadaşımın parmak mafsallarında artroz vardı, üzerine kendi idrarım dökmüş, çok iyi geldiğini söyledi. İyileşmiş. İdrarın etkisiyle mi, bilemiyorum. Ben kendim hiç denemedim.

c.T.: İdrarın içinde başka türlü bir şeyler olacağı hiç aklımıza gelmiş miydi?

Konuk bayan: Doğru, doğru çok okudum, bu konuda yeterince broşür var.

c.T.: Nasıl? Nereden buldunuz? Biz de aradık ama pek bir şey bulamadık.

Konuk Bayan: İdrar tahlili için doktora gidince, o zaman içinde ne olduğunu öğreniyorsunuz.

C.T.:
Anlatın biraz.

Konuk Bayan: Evet, gerçekten içinde demir ve daha bir sürü şey var. Profesör beylere veya doktorlara sorun. Ben bütün aynntılarını söyleyemem. Fakat idrarın sadece sudan ibaret olmadığı besbelli.

C.T.: İdrara karşı böyle rahat konuşmanızı nasıl açıklarsınız, ya da diğer insanların da sizin gibi tiksinti duymadıklarını mı düşünüyorsunuz?

Konuk Bayan: Başkalarının ne düşündüğünü, ne hissettiğini bilmem. Sadece kendi hesabıma konuşabilirim. Ama müthiş bir tiksinti için ne hissedilebilir. Gerçekten eskiden çocuklara "Ööö kaka" denirdi. Fakat yetişkin insan düşünmeye başlayınca, bunun normal bir şey olduğunu biliyor. Ben de çok normal bir şey olarak görüyorum.

CT.: Evet zaten normal, herkeste var. Ama usullerimiz böyle.

Konuk Bayan: Hayır, herkeste var değil, herkes yapar ...

CT.: Tamam. Var ve yapar. Fakat pek ender görülür değil mi?

Konuk Bayan: Aile dışında kimseninki görülmez. Sadece ineklerin ve domuzlarınkini gördüm.

CT.: Öyle mi, domuzlarınkini mi?

Konuk Bayan: Başkalarınınkini mutlaka görmek ister miydiniz? Ben buna can atmıyorum.

CT.: Öyle ya, bu kadar normal ise, kötü bir yanı olmazdı?

Konuk Bayan: İnsanlar ortalık yerde durup etrafa çiş yapsalar güzel olur muydu? Doğrusu benim estetik duyguma dokunurdu. Bundan hoşlanmam. Yani tuvaletler ve başka şeyler var, diyorum. Eğer hep birden bu işi yaparsak ortaçağa döneriz. O zaman evlerimizi, tuvaletlerimizi, banyolarımızı ve sıhhi tesisatlarımızı kaldırıp atabiliriz. Gerçekten bundan rahatsız olurum. Sadece hoş olmadığı için değil, biraz mahremiyet alanına girdiği için.

CT.: Evet, evet tamam. Ama bu hep böyle değildi. Bazı toplumlarda mahrem, bazısında değil.

Konuk Bayan: Herhalde mahremiyet başka türlü algılanıyor. İğrençlik anlayışı da öyle. Bizde son 300-400 yıldır son derece değişti.

CT.: Güzel, bana isminizi de söyleyin!

Konuk Bayan: Adelheid Bugert.

CT.: Bayan Bugert, size çok teşekkür ederim. Şimdi yanımda Prof. Hans Schadewaldt oturuyor, kendisi tıp tarihi ile ilgili konular söz konusu olduğunda, sık sık bu programda bulundu. Bunun için herhalde bu konu üzerine bize anlatacakları olmalı, öyle değil mi?

Prof. Schadewaldt: İdrar üzerine saatlerce ders verilebilir. Zira şimdi dinlediğimiz gibi, idrar, insanlığın her devrinde teşhis ve tedavi için son derece önemli olmuştur. Bunu etnologumuz kadar başlangıçta Herr Esser de belirtti. İnsanlar çok farklı sebeplerden idrara daima özel bir önem vermişlerdir. . CT.: Haklı mı, yoksa haksız olarak mı?

Prof. Schadewaldt: Evet, kesinlikle haklı olarak. Bir şeker hastalığının teşhisi örneğini düşünüyorum da. Aslında bugün hala kural olarak idrardaki şekerle teşhise varılıyor.

C.T.:
Doktorların eskiden hastalarıyla ilgilenirken, birinin şeker hastası olup olmadığını anlamak için idrarından bir damla tadacak kadar ileri gittikleri doğru mudur?

Prof. Schadewaldt: Ben de aynı örneği verecektim. Antik dönemde ve Hindistan tababetinde bir usul vardı: Eğer bırakılan idrara böcekler ve karıncalar hücum ederse, o kimse şeker hastası olabilirdi. Bu tamamen unutuldu. 1600 yıl boyunca idrarın tatlı olabileceği hiç akla gelmedi. Ve sonra tam 1672 yılında bir İngiliz parmağını daldırdı. Ve birden bazı hastaların idrarının bal gibi tatlı olduğunu fark etti. İşte, isterseniz bunu ilk modem idrar tahlilinin başlangıcı sayabiliriz. C'I': Tadına bakmış mı?

Prof. Schadewaldt: Evet, ama ancak 1672'de. İdrara bakmak, bundan da çok söz edildi, ortaçağdan beri doktorların kullandığı bir teşhis metoduydu. Nabız saymak ve idrara bakmak: iki temel yöntem.

C.T.: Şu son yüzyıla kadar, doktorların hastalarının idrarlarını içtikleri söylenen geçmiş dönemleri düşündüm gerçekten.

Prof. Schadewaldt: Evet bu doğru. Büyük bir yudum değil, ihtiyatlı bir tadış. İdrarın içinde şeker olduğu öğrenildikten sonra, idrarda şekeri belli edecek daha iyi bir formül bulununcaya kadar, parmağı içine daldın vermek yeterliydi. Bu usuldendi. Hatta ders olarak öğretilirdi. Öğrenci çekingenliğini yenmek zorundaydı. Tıpkı anatomi dersindeki gibi. Öğrencinin bilgi düzeyi için resmen gerekliydi.

C.T.: Yani idrarı tatmasını öğreniyorlardı?

Prof. Schadewaldt: Evet, bunun hakkında bir yığın kitap vardır. İdrarın içeriği, rengi, tortu değişikliği ve tadı teşhis edilmek zorundadır.

C.T.: Yaa, öyle mi, yani bu adeta şarap tatmak gibi bir şey?

Prof. Schadewaldt: Bunun için bir liste vardır, evet.

C.T.: Listede neler var? .

Prof. Schadewaldt: İçinde resimler de vardır. Hatırlıyorum, karahumma denen bir hastalıkta idrar koyu renkte siyaha yakın olurdu. Sıtma sonucu görülen bir hastalıktır.

CT.: İdrar başka ne renklerde olabilir?

Prof. Schadewaldt: Öncelikle kırmızı olabilir. Vaktiyle sülfanomid iğnesi yaptığımız zaman, hasta birden idrarının rengi kırmızı oldu diye yakınmaya başlayınca, doktorlar çok sevinirlerdi, çünkü hastanın ilaca cevap verdiğini anlarlardı.

CT.: Yani kontrol mekanizması.

Prof. Schadewaldt: Evet, bu çok önemlidir. İkinci Dünya Savaşından sonra idrardan penisilin elde etmek işi de var. Bizim Almanya‘da penisilin kalmayınca, doktorlar Amerikalıların tedavi ettiği hastaların idrarlarından yeniden penisilin elde ettiler. Böylece bu penisilini kendi hastalarına kullandılar.

CT.: Olduğu gibi mi, yoksa zahmetli bir işlem mi gerektiriyordu? Hemen iğne mi yapılıyordu, nasıl?

Prof. Schadewaldt: Hiç de öyle zahmetli bir iş değildi. Sadece konsantre ediliyordu ve ağır hastaya zerk ediliyordu.

C.T.: Tıp tarihinde idrarla daha başka neler yapılmış?

Prof. Schadewaldt: Hemen şimdi burada Münstereifel örneğini verebilir miyim? Hiç kuşku yok ki, zaten söylendi, idrar bir zamanlar sanki bir çeşmenin yerini tutmuş. Yani insanlar onu bir sağlık koruyucu yerine içmişler.

CT.: Önlem olarak mı?

Prof. Schadewaldt: Evet, önlem olarak.

CT.: Kendilerininkini mi, yoksa başkalarınınkini mi?

Prof. Schadewaldt: Mümkün olduğu kadar kendilerininkini. Bunu belirtmeliyim. Çok eskilere dayanan bir inançtır; vücuttan çıkan şeyi normal olarak tekrar geri göndermek, çok etkili, faydalıdır, çünkü idrar, vücudun bütün organlarındaki ana maddelerin bir konsantrasyonudur. Günümüze kadar süren bir düşüncedir bu.

C T.: Fakat insanlar çoğunlukla idrarın zehirli olduğunu düşünüyor.

Prof. Scheidewaldt: Bakteriyoloji çağından beri böyle oldu. Robert Koch idrarda tifüs bakterisini bulduktan ve idrarın hastalık yayabileceğini açıkladıktan sonra, idrara bakış açısı değişti.

C.T.: Demek öyle. Doktorlar da artık tatmaktan vazgeçtiler mi?

Prof. Schadewaldt: O zamandan beri çiş yaptıktan sonra "ellerin yıkanması" bir sağlık düstııni oldu. Bakteriyolojinin keşfi ile birlikte idrarın tehlikeli bir hastalık bulaştırıcısı olabileceği öğrenildi.

C.T.: Peki, idrar sterildir diyorlar, bu ne demek oluyor? Yani mikropsuz mu?

Prof. Schadewaldt: Pratikte steril değildir. İçinde daima mikrop vardır. Fakat çoğunlukla zararsız saprofitlerdir. Sadece bazı hallerde -mesane iltihabı gibi- idrarda hastalık yapıcı olarak, çok sayıda bulunurlar.

C'T: O halde insanlar neden kendi idrarım içmek yüzünden yığınlar halinde ölüp gitmediler?

Prof. Schadewaldt: çünkü kendi bakterilerine karşı bağışıklıkları vardı.

C.T.: Öyle mi, bu bakteriler vücuttan dışarı çıkıyor. Sonradan zararlı olmuyorlar mı?

Prof. Schadewaldt: Hayır, zararı olmaz.

C'I': Ama insan tifüse yakalanmışsa, mikrobu tekrar almış olur?

Prof. Schadewaldt: Hayır, insan kendi tifüsüne bir kere daha yakalanmaz.

C.T.: Demek öyle, yani insan idrar içmesi gerekiyorsa sadece kendi idrarım içmeli. Bilmem siz de duydunuz mu, şu Sibirya halkı için söylenir; bütün içki meclislerinde alkolle karıştırılmış idrar içerlermiş.

Prof. Schadewaldt: Bu bir fermantasyon işi. Daha bu sabah bu konu konuşuldu, idrar amonyak mayalaşmasına yol açıyor. Ve bu mayalanma esnasında bakteriler ölüyor,

C.T.: Öyle mi?

Prof. Schadewaldt: Yani mayalanmış bir idrar, mayalanmamıştan daha sağlıklıdır.

C.T.:
Yani şu çok fena kokan iyi. Yoksa kokmaz mı?

Prof. Schadewaldt: Amonyak kokar, Bunu bütün tuvaletlerde fark ederiz değil mi? Hiç değilse yakın zamana kadar öyleydi. Buram buram amonyak kokardı.

C.T.: Şimdi, Sağlık Bakanlığı'nın çevreyi ne kadar kirlettiğini açıkladığı tuvalet taşları kokuyor. Eskiden tababetin çok farklı yaklaşımları olmasına siz ne diyorsunuz?

Konuk Bayan: Şunu söylemeliyim, zaman değişiyor, insanlar değişiyor, her şey değişiyor. Eskiden insanların hastalıklarını tedavi etmek için çok başka koşullar vardı. Şimdi günümüzde modem şeyler var. Doktora gidiyorsunuz, size bir ilaç yazıyor ve "Evine git, bu Hacı al, iyileşirsin", diyor. Eskiden böyle bir imkân yoktu. İnsanlar basit şeylerle, idrar, dışkı, cerahat gibi vücuttan çıkan maddelerle tedavi olmaya çalışırlardı.

C.T.: Konuşmanızdan sizin aslen başka bir kökenden geldiğinizi anlıyorum. Acaba neredensiniz?

Konuk Bayan: Ben biraz uluslararasıyım. Yunanistan' da doğdum, Yugoslavya'da büyüdüm, şimdi de Almanya'dayım.

C'T: Kendi vatanınızdan bildiğiniz bir şeyler var mı?

Konuk Bayan: Evet, mümkünse, kendi başımdan geçen bir şeyi anlatmak istiyorum. Yedi yaşlarındaydım, cerahatli bir göz iltihabı geçiriyordum. Gözlerim yapış yapıştı. İçleri kıpkırmızı, yanıyor, ağrıyordu. Çevremdekiler ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Sonra annem uzun uzun düşündü ve dedi ki: "En iyisi sen her sabah bir parça pamuğa çişini yap ve gözünü sil." Gerçekten de üç-dört gün içinde cerahat kayboldu. Sadece gözlerimde biraz kırmızılık kaldı. Bir hafta kadar sonra gayet normal görebiliyordum, bir daha da bir derdim olmadı.

C.T.: Bu size komik geldi mi?

Konuk Bayan: Hayır hiç gelmedi.

C'I': Yedi yaşında bir çocukken gariplik hissetmediniz mi?

Konuk Bayan: Hayır, bugün de kullansam, hissetmem. Ara sıra yüzümde sivilce olursa idrarla yıkarım, sivilceler kaybolur.

C'T: Dinleyenlerimize bildirmem gerekiyor, çok güzel bir cildiniz var. Konuşmamızın bu noktasında Herr Prof. Renner'i de dahil etmek istiyorum. Siz bir nefrolog, yani böbrek uzmanısınız ve bize idrarın içinde neler olduğu ve bugün tıpta idrarın gelenekselleşmiş kullanımı hakkında belki tam bir bilgi verebilirsiniz. Ama artık işeyerek tedavi olmuyor, değil mi?

Prof. Renner: Hayır. O yok artık. İçinde ne olduğunu sordunuz: Kesinlikle % 90-95 sudur. Sonra az önce söz edilen tuzlar gelir: potasyum, kalsiyum, sodyum, yani yemek tuzu. Sonra protein bulunur, sağlıklı idrarda çok azdır, eğer çoksa kötü demektir.

C'I': İdrar o zaman süt gibi bulanık mı oluyor?

Prof. Renner: Öncelikle o zaman köpürür. Ve köpük, bir arada olduğu gibi üstte kalır. Ayrıca vücudun metabolizma sonucunda ayırdığı ve atmak zorunda olduğu birtakım atık maddeler de idrarda bulunur. Sonradan mayalaşıp amonyak kokusu yayan da bunlardır. Ve tabii Sonradan yararlı olabilecek maddeler de vardır. Bunlar hormonlardır. Vücudun bağışıklık kazanmasını sağlayan protein maddeleri de idrarın içindedir. Fakat şunu söylemek gerekir ki, bugün elimizdeki ilaçlara kıyasla idrarın içerdikleri çok cılız kalır. Fakat çok eskiden daha iyi bir çare olmadığı için, herhalde iyi yapmışlar.

C.T.: Peki, şimdi bayanın yüzünde sivilce çıkınca idrarı pamuğa döküp yüzünü silmesini bir büyü gibi mi karşılıyorsunuz yoksa gerçekten yaran var mıdır?

Prof. Renner: Evet, içindeki tuz eriyiği olabilir. Bunu normal bir tuz eriyiği de yapmaz mıydı, asıl sorun burada. Ve daha önce sözü edilen difteri örneği gibi. Gerçekten etkisini göstermiş. Acaba normal bir tuzlu su veya kaynatılmış bir kök suyu da boğazdaki tıkanıklığı açmaz mıydı? Bunun gerçekten idrarın marifeti olduğu veya idrarın içindeki maddelerden ileri geldiği inancında oldukça mistik bir yan var.

C'T: Bugün tıbbi teşhis ve tedavide idrarın yeri nedir? Tedavide hiç mi yok artık?

Prof. Renner: Pek öyle denmez. Önce, başlarken şunu belirtelim, idrarın içinden önce ayrılan ve sonra kazanılıp tekrar tıpta kullanılan maddeler, örneğin hormonlar vardır. Bir örnek vereyim: Kan pıhtılaşmasına iyi gelen bir madde var. Damardaki pıhtılaşmayı çözüyor, Bir insana yetecek kadarını elde etmek için, bir tabur askerden idrar almak gerekir, yeterince maddeyi elde etmek üzere.

C.T.: Onlar bunu zaten gönüllü yaptıklarına göre, varsın yapsınlar.

Prof. Renner: Fakat bunu çoğaltmak için yapılacak işlemleri düşünsenize!

C.T.:Bir Amerikan firmasının bunu şimdilerde yaptığını okudum.

Prof. Renner: Bu başka bir şey. Bu artık pıhtı maddesi değil. Bunun büyüme hormonu ile ilgisi var. Fakat bu da oldukça zahmetli. Biliyor musunuz ne kadar çok miktarda olması gerekiyor ve imal işlemleri, bugün sentetik olarak yapılanlardan çok daha zahmetli. Yani bugün bu pıhtı maddesi sentetik olarak daha ucuz ve daha iyi yapılabiliyor ve aynı yararı sağlıyor.

C.T.: Bu işlere harcanacak parayı da hesap edecek olursak ve toplum yararını düşünecek olursak galiba en iyisi hepimizin çişlerimizi fıçılara yapması ve kimya endüstrisine göndermesi olacak, yeniden faydalanılsın diye.

Prof. Renner: Yoo, biliyor musunuz steril değil. İçinde bakteriler var.

CıT: Yararın üzerine işenince iyileşmesi dedikodudan mı ibaret?

Prof. Renner: Hayır, fakat bilir misiniz ki, her yara üzerine tuzlu bir eriyik dökülünce iyileşir. İdrar da güzel bir tuz eriyiğidir.

C.T.: Yani, demek ki doğru?

Prof. Renner: Doğru olduğunu düşünebilirim, evet.

C.T.: Prof. Schadewaldt, siz savaşa katıldınız,

Prof. Schadewaldt: Evet, iki buçuk yıl tutsak kaldım. Kolay geçmeyen bacak arası kaşıntılarına karşı veya kurşun yarasına karşı hep idrar kullandık. Elimizde başka bir şey yoktu. C'I': Bacağınızın üzerine mi işiyordunuz?

Prof. Schadewaldt: Herkes kendi bacağına veya sargı bezine işiyordu, evet.

C.T.: Tekrar yıkıyor muydunuz yoksa öylece kalıyor muydu?

Prof. Schadewaldt: Hayır, hayır üzerinde kalması gerek. Fakat kokuşuncaya kadar değil. Kokmaya başlarken sargı bezi değiştiriliyordu. İdrar hep el altında olduğu için sorun değildi.

Prof. Renner: Fakat bugün hemen üzerine tuz koyuyorsunuz.

Prof. Schadewaldt: Fakat o zamanlar her şey çok zordu ve tutsaktık. Fakat şunu da söylemek isterim: Tropik bölgelerde çok dolaştım. Afrika kabilelerinden bir çoğunu tanırım, Etnolog bey de onayladı bu insanlar gerçekten günümüzde bile açık yaralarında idrar kullanıyorlar.

C'I': Peki, tıp bunu artık neden yapmıyor?

Prof. Renner: Ah, bununla ilgili sorunları göze alamadığı için. Evvelce bilmiyorlardı. Başta da söylendi bakteriler zararlı da olabiliyor, zararsız da. Önceleri bu bilinmiyordu. Bunu ciddiye alırsanız, denemeniz gerekir. Ve daha sorunsuz, basit çareler var. İdrar sorunsuz bir çare değil.

C.T.: Son derece parçalayıcı gücü olan kimyasal bir madde olduğu açık.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp